05-05-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Güncel Yazılar arrow ESKÄ° ADIYAMANDA BAYRAM VE AKÇALILI HACI EFENDÄ°
ESKİ ADIYAMANDA BAYRAM VE AKÇALILI HACI EFENDİ PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 78
KötüÇok iyi 
Yazar Halit Özdüzen   
28-05-2012
                                                       Ä°kinci Bölüm
           ESKÄ° ADIYAMANDA BAYRAM VE AKÇALILI HACI EFENDÄ°       
                                                          Halit Özdüzen  (AraÅŸtırmacı- Yazar)                       
Bayram Sabahı  
       Sanırım 1951 Ramazanıydı. Bayrama bir gün kala saç tıraşımı olmuÅŸ, Kunduracı Åžükrü’lere ısmarladığımız kundura, terzi “SaÄŸcan”lara verdiÄŸimiz pantolon ve gömleklik kumaÅŸlar dikilmiÅŸti; onları paketleyerek baÄŸa götürdüm. O akÅŸam iftarda babam, “Halit erken yat, yarın bayram namazına seninle ÅŸehre gideceÄŸiz.” demiÅŸti. Hava kararınca annem mahsere kazanında(1) ısıttığı suyla küçük kardeÅŸlerimden sora beni de büyük teÅŸtte yıkamak istedi; Ben daha önce baÄŸdaki komÅŸu çocukları ve gençlerle beraber lastik meÅŸale yakmak üzere sözleÅŸtiÄŸimi söyleyerek, ”Gelirsem yıkanırım, sen yat.” dedim. Hem artık büyüdüÄŸümü hissediyor, annemin beni yıkamasını istemiyordum.
   
     O gece ÅŸenlik ve eÄŸlence uzun sürmüÅŸtü,  haymaya döndüÄŸümde babam yatsı namazı sonrası gelerek yıkanıp yatmıştı, annem temiz çamaşırlarım elinde beni bekliyordu. O’nu da yukarıya gönderdikten sonra yıkanarak, haymaya çıkıp süllümü (merdiveni) yukarıya çekerken babam uyandı.  Zaten uykusu genelde hafif olurdu, yataktan doÄŸrularak: “Bayram gecesi olmasaydı, geç geliÅŸinin hesabını sorardım ama neyse…“ diyerek tekrar yatağına uzandı. Ben de usulca yataÄŸa girip,  yıldızları seyretmeye baÅŸladım. Karanlık gecelerde yıldızların seyrine doyum olmuyordu. KomÅŸu çocuklardan her birimizin gökte bir yıldızı vardı; ben kuzeydeki sabit yıldızını seçmiÅŸtim. Gecenin ilerleyen saatlerinde hepsinin yıldızı batıp kaybolurdu, benim yıldızım gökte dururdu.  Yatarken hep onu seyrederdim; o gece de öyle yaptım, bir müddet sonra uykuya dalmışım.

    Saat gecenin kaçıydı bilmiyorum, bir patlama ile haymadakilerle beraber uyandım; fırlayarak yataktan kalktığımda babamın yatağında ve haymanın üzerinde olmadığını gördüm. Ortalık iyice karanlıktı, daha ne oluyor demeye kalmadan baÄŸ bekçisi haymasından da bir silah sesi geldi, benim gibi tüm aile de telaÅŸlanmıştı. Erkek çocuk refleksimle babamın yastığının altındaki tabancasını almak için uzandığımda, orada olmadığını gördüm. Yoksa “bizim haymaya hırsız mı geldi?” geldi diyecektim ki, silah sesini uzak baÄŸ ve bahçelerden silah sesleri takip etti.

       Bir ara bağın içerisinde bir karartı gördüm, aynı anda cep fenerini yakarak bizim haymaya tuttu. O karartı elinde cep feneri ile bizim haymaya doÄŸru yaklaÅŸmaya baÅŸladı; biraz yaklaşınca babam olduÄŸunu anladık. “Korkmayın benim.” diye seslenince annem: “Allah hayrını versin, bizi çok korkuttun.” dedi.  Sonunda ailece rahat bir nefes alabildik. Silah seslerine çevredeki komÅŸular da uyanmıştı; ancak kimsenin telaÅŸlanmadığını görünce babama “ne oluyor ?”Dedim. O gayet sakin “millet uyansın, bayram sabahı” dedi. MeÄŸerse o akÅŸam Hacı Fehmi Efendi inÅŸallah erken uyanırız demesi üzerine,  babam “ merak etmeyin ben sizi uyandırırım”  demiÅŸ; uyandırma ÅŸeklinin de tüfekle olacağını söylemiÅŸ! Aslında baÅŸka akÅŸamlarda da silah seslerine alışkındık. Atılan bir silahı,  baÅŸka silahlar takip etmekteydi. Gündüzleri de bekçiler baÄŸların sahipsiz olmadığın göstermek için bazen arada bir kuru sıkı atarlardı.

     Uyanmıştım ama uyku mahmurluÄŸunu üzerimden hala atamamıştım. Tekrar yatıp uyumak üzere yataÄŸa girmiÅŸ fakat henüz uyumamıştım. Annem omzumdan silkeleyerek “Kalk, baban eÅŸeÄŸi hazırladı.”  dedi. Çarnaçar kalkarak elbisemi giymeye baÅŸlamak üzereydim ki babam, bayramlıklarımı giymemi söyledi. Özenle yastığın altına sakladığım bayramlıkları çıkararak giyinip haymadan aÅŸağı indim. Ben uykulu gözlerimi ovuÅŸtururken babam merkebin heybesine kilim seccadeleri koymuÅŸ, fener ışığında elindeki tüfeÄŸi yeniden doldurmaya çalışıyordu. Sırtında bayramlık yeni giysileri ve ceketinin altındaki palaskasında takılı tabancasıyla bana daha bir heybetli görünüyordu. Derken elindeki tüfeÄŸi doldurarak haymanın direÄŸine asarken bana,  deÄŸneÄŸi almamı söyledi. DeÄŸnek, mazı aÄŸacından oldukça saÄŸlam bir sopaydı;  hayvanları gütmekte kullanıldığı gibi yılan, köpek gibi hayvanlarla kötü niyetli insanlara karşı savunma amaçlı olarak taşınmaktaydı. O yıllarda kırsalda yaÅŸayan herkesin elinde bir deÄŸnek bulunurdu. Babam eÅŸeÄŸin çul (eÄŸerin)’unun önüne binerek beni de arkasına bindirdi; böylece karanlık bir gecenin serinliÄŸinde ÅŸehre doÄŸru yola koyulduk.

     Åžafak henüz sökmemiÅŸti; patika yoldan ilerlerken haymalardan uyanan insanların, bilhassa bayram yemeÄŸi telaÅŸesindeki kadınların alçak sesle konuÅŸmaları, gecenin sessizliÄŸini delerek bize kadar ulaÅŸmaktaydı. Babam  “Silahın gözüne kurban, bak nasıl da herkesi uyandırdı, tüfek deÄŸil top MaÅŸallah!” diyerek gevrek, gevrek gülüyordu. Aradabir elindeki feneri yolun sağına soluna tutarak yolu aydınlatmaya çalışıyordu.

        Yolumuzun üzerinde “anaç gever” denen büyük su kanalı vardı. Babam eÅŸekten inerek abdest almamızı söyledi. YaklaÅŸtığımızda çayda birkaç karartı gördük, su sesi insan sesini bastırmaktaydı. Belli ki birileri yıkanıyor veya karanlıkta boy abdesti alıyorlardı. Babam onlara seslenerek, ”Hey çaydakiler! Ä°ÅŸinizi çabuk bitirin biz de abdest alacağız.” diye seslendi; arkasından da “Aranızda kadın varsa yolumuzu deÄŸiÅŸtirelim.” diye ilave etti. Zaten onlar da merkebin ayak seslerini ve fenerin ışığını fark ederek birilerinin geldiÄŸini anlayınca, sudan bir an önce çıkma telaşına kapılmışlardı. Karanlıkta çayın kenarındaki beyaz elbiselerini alarak, hızla çalıların arkasına koÅŸuÅŸtular. Babamdan feneri alıp uzaktan üzerlerine tutmak isteyince, “Genç kız veya hanım olabilirler.” diyerek bana mani oldu. Çayın kenarına vardığımızda kimseden ses seda çıkmıyordu. Belli ki rahatsız olmuÅŸlardı. Onları daha fazla rahatsız etmemek için, “Evde abdest alırız.” diyerek eÅŸeÄŸi topuklayıp, hızla oradan uzaklaÅŸtık. Civardaki bahçe sahiplerinin eÅŸleri ve çocuklarının, akÅŸamın karanlığında veya gecenin seherinde uyanarak, ortalık aydınlanmadan çaya yıkanmaya geldiklerini büyükler biliyormuÅŸ, ben de bu vesileyle öÄŸrenmiÅŸ oldum.

   Yeniden yola koyulduÄŸumuzda, artık ÅŸafak sökmeye baÅŸlamış, ortalık alaca aydınlığa bürünmüÅŸtü. Bağın ÅŸehirdeki evimize uzaklığı yaklaşık 2,5 km civarındaydı, yürüyüÅŸ mesafesiyle yarım saati bulmaktaydı. Çevredeki bahçelerde insanlar uyanmıştı, bazıları bayram namazına ÅŸehre inmek için hazırlık yapıyordu.  Su kenarını takip ederek patikadan ara yola çıktığımızda, köylüler görünmeye baÅŸladı, civar köylerden ÅŸehre at veya beygir sırtında bayram namazına gidenler, bizi selamlayarak hızla ilerliyorlardı.
        Arktaki suyun şırıltısı yanında bahçelerdeki gül, reyhan kokularına, aÄŸaçlardaki aÄŸustos böceÄŸi, bülbül ve diÄŸer kuÅŸların ÅŸakımaları karışmaktaydı. Sabahın seherinde ortamın letafetiyle mest olunca,   uyku bastırdı; babamın ar-kasında tam uykuya dalmak üzereydim ki, “Yusuf kalfa bayramınız mübarek olsun!” diye önümüze çıkan demirci ustasının sesiyle irkilip kendime geldim. Bir yandan babamın elini öperken bir yandan da daha önce bahçesinden topladığı içinde dut, elma kaysı ve erik olan sepeti almam için bana uzatıyordu. Babam başıyla almamı tasdik edince,  alarak hurcun bir gözüne koydum. Az ilerde de bir baÅŸka bahçecin yakınından geçerken de karı-koca bolca domates, patlıcan ve biber ikramında bulundular. Bir diÄŸeri de yoldan geçiÅŸimizi görerek, bahçesinden topladığı reyhan, gül ve karanfillerden oluÅŸan demeti  babama  uzattı.

    Çiçek demetini getiren, babamın kendisinden pek de hoÅŸlanmadığı Abdullah Eldem’di. Çevrede “Ferit Efendinin OÄŸlu“ olarak bilinmekteydi. GözlediÄŸim kadarıyla Üçgever’deki ( suyun üçe ayrıldığı yer) babasının bahçesini ekip biçen oldukça çalışkan bir insandı. Bahçelerinin önünden her geçiÅŸimde yeni bir aktivite içinde olduÄŸunu görmüÅŸtüm. Çocukları da çok sever, yoldan geçtiÄŸimizde bahçesinden bize meyve ikramında bulunurdu. AkÅŸama doÄŸru serinlik baÅŸladığında bahçesinin takımında beÅŸ on gençle toplanıp kitap veya gazete okuyarak sohbet ederlerdi. Dükkânımıza yakın nalbant komÅŸu ve müÅŸterimizin oÄŸlu Nuri Yenice, daha sonra tanıdığım Ali Deniz, Ahmet Arıkan, Abdurahman KeleÅŸ ve Adıyamanlı birkaç üniversite öÄŸrencisi de bu grubun içerisindeydi.  Kanımca babam bu insanlardan kendi partisinden olmadıkları için pek hoÅŸlanmaz;  devlete karşı komitacılık faaliyeti yaptıklarını söylerdi. Gençlik yıllarımda bu insanlardan bazılarını tanıdığımda, hiç de öyle bir konumlarının olmadığını görmüÅŸtüm. O günün modasına göre kendilerini sosyalist ve aydın olarak niteleyen –fakat sosyalizmle ilgileri olmayan- göz Doktoru Ziya Oykut’un kendilerine verdiÄŸi kitaplar ve konuÅŸmalarından etkilenmiÅŸ halk insanlarıydı.

     Babam siyasette C.H.P. karşıtlığı ile ÅŸöhret bulmuÅŸtu, o kuÅŸağın Ä°smet PaÅŸa’ya karşı oluÅŸta önemli gerekçeleri vardı. Bu nedenle D.P.nin ilçe teÅŸkilatlanmasında yer almış, Adıyaman’ın vilayet oluÅŸunda, ilkokul, ortaokul ve lisenin yapılışında Åžehre içme suyu getirme teÅŸebbüsünde ve Sümerbank tekstil fabrikasının yapılmasına öncülük etmiÅŸ bir Adıyaman milliyetçisiydi. Bu nedenle dükkânımız o dönemin bürokrat ve milletvekillerinin zaman zaman uÄŸrayıp kahve içtiÄŸi bir mekândı. Siyasi fikirlerinden dolayı seveni ve bazı sevmeyenleri de vardı. Kendiside bazı insanlardan hoÅŸlanmazdı. Aslında Abdullah’ın babası Ferit Efendi bir dönem D.P. ilçe baÅŸkanlığı yaptığında beraber çalıştılar. Yolda bizi karşılayan diÄŸer bahçe sahipleriyle merkebin üzerinde tokalaÅŸtığı halde hoÅŸlanmadığı Abdullah’la merkepten inerek bayramlaÅŸtı. Abdullah aÄŸabey onun elini, o da onun yüzünü öptü. Bu nasıl husumetti anlayamamıştım. 

    GeçtiÄŸimiz yerlerde insanlar ikramda bulunmak için adeta birbirleriyle yarışmaktaydı.  Önce bu bütün ikramların babamın ÅŸahsına olduÄŸunu sanmıştım. Daha sonraki yıllarda babam ve diÄŸer insanların ürünlerinden hiç tanımadıkları insanlara dahi ikram ediÅŸlerine tanık olunca, Ä°slam dininden gelen önemli bir özellik olduÄŸunu anladım. Aman ya rabbi!  Bu ne güzel din, ne güzel kültür ve ne mükemmel bayram coÅŸkusuydu!..
      Sabah Namazı
   Evin yavru kapısının kilidini açarak,  merkebi içeriye sokmak üzere ana kapıya yönelirken ÅŸehirde ezan sesleri yankılanmaya baÅŸladı. O zaman her mahallede bir cami, çarşıda da üç cami olmak üzere toplam on cami vardı. On müezzinin aynı anda yanık ve doÄŸal sesleriyle ezan okumaları ÅŸehrin semasında yankılanıyordu. Ulu Cami’de Sait hafızın okuduÄŸu ezan da diÄŸer müezzinlerin sesini bastırırdı. Daha sonra ezanı genellikle rast makamında okuduÄŸunu öÄŸrenecektim.  Sait hafız, aynı zamanda çok büyük bir gazelhandı. Ünü Adıyaman sınırlarını aÅŸarak, çevre illere kadar yayılmıştı. Cuma salasını ve arkasından ezanı okuduÄŸunda halk mest oludu.

    Merkebin üzerindeki heybeyi ve çulu indirdikten sonra, babam palaskasını sökerek tabancasını da evde bıraktı. EÅŸeÄŸi ahıra baÄŸladıktan sonra tulumbadan çektiÄŸimiz suyla abdest alarak, seccadeler elimizde Eskisaray Camisine doÄŸru yöneldik. Cami fazla kalabalık deÄŸildi ancak babam namazı avluda kılmamızı istedi. Ulu çınarın üzerindeki kuÅŸ sesleri hocanın sesini bastırmaktaydı. Namazın bitiminde babam birkaç kiÅŸiyle bayramlaÅŸtı, o sırada caminin içinden komÅŸumuz muhacir Mela Muhammed çıktı. Belli ki imamlığı o yapmıştı. Babam elini öpmek istediyse de mani oldu, ben elini öpüp duasını aldım.

     Mela Muhammed memleketi Erzurum’da medrese tahsili görerek, genç yaÅŸta uzmanlaşıp âlim olmuÅŸ, Osmanlı -Rus savaşında ÅŸehir ve köyleri Ermeni iÅŸgaline uÄŸrayınca pek çok insan gibi göç etmek zorunda kalmıştı. Önce Adıyaman’a yerleÅŸmiÅŸ 1940’lı kıtlık yıllarında Artanlı Said Hoca’nın davetiyle ailesini alarak Artan köyüne gitmiÅŸti. Orada hanımı vefat edince de Said Hoca’nın kabilesinden bir hanımla evlenmiÅŸti. Åžapka giymediÄŸi için 1950’deki Demokrat Parti iktidarına kadar orada kalmış,  daha sonra Adıyaman’daki kendisinden küçük kardeÅŸi Molla Alaadin’in yanına gelmiÅŸti. Artan’da bulunduÄŸu yıllarda Said Hoca onun ilminden oldukça istifade etmiÅŸtir.  Hatta Adıyamanlı eÄŸitimci-yazar Ebubekir Aytekin’in anlatımıyla “Mela Muhammed Artan’a gidince Sait Hoca sarık ve cübbesini vererek, “Sen burada olduÄŸun sürece ben hocalık yapamam, hoca sensin,” demiÅŸ. Bir âlimin deÄŸerini ancak baÅŸka bir âlim anlayabilir.

     Mela Muhammed Eskisaray Camisinin arkasında ve kardeÅŸinin evine yakın bir evde oturmaktaydı. Evi bizim eve de oldukça yakındı, çocuklarından terzi çıraklığı yapan Abdulkerim benden birkaç yaÅŸ büyük mahalle arkadaşımdı; Büyük oÄŸlu Molla Emin de yıllarca Kâhta müftülüÄŸü görevinde bulundu. Büyüklerin anlatımıyla, Mela Muhammed’in ilmi oldukça yüksek ve derin olduÄŸundan, zamanındaki Adıyaman Müftüsü içinden çıkamadığı pek çok meselede fetva vermeden öce ona danışırmış. Adıyaman merkez ve köylerde birkaç öÄŸrenci yetiÅŸtirerek, ilmini kendisinden sonraki kuÅŸaklara da aktarmıştır.

      Namazgâh ve Akçalı’lı Hacı Mehmet Efendi
   Seccade babamın koltuÄŸunda Musalla Mahallesindeki bayram namazgâhına gitmek üzere yola koyulduÄŸumuzda, hava iyice aydınlanmaya baÅŸlamıştı. Kalenin eteÄŸinden “Alkele Bozzo” (Hasan Toprak)nun evinin yanına geldiÄŸimizde kalenin delisi, “Deli Muze” sokağın başında oturmaktaydı. Zararsız bir deliydi ancak yaramazlık yaparak onu kızdırdığımızdan, çocuklara karşı bazen hırçın olurdu. Babam bir yandan beni kollarken bir yandan da Muze’nin gönlünü almak için ona biraz para verdi. Muze babamı tanıyordu “Üsüp (Yusuf’un kısaltılmışı) bu gün günlerden ne(y)?” diye sordu. Babam, “bayram” deyince “hani ÅŸeker, hani ÅŸeker”  diye üzerine doÄŸru yürüdü. Babam cebinden birkaç ÅŸeker çıkarıp verince, sevinçle sokak arasındaki evlerine doÄŸru koÅŸarak uzaklaÅŸtı. Muze gibi ÅŸehrin birkaç delisi daha vardı; halk’ın bir bölümü onların olaÄŸan üstü keÅŸif keramet gibi güçlere sahip olduklarına inanmaktaydı.

     Bana göre bu badireyi de kolay atlatmıştık. Kalenin arkasından KeleÅŸgil’in kantarmalı konağı ve  dinginin önünden geçerek, eski Besni yoluna(caddesine) ulaÅŸtık. Kalenin arkasındaki Arnavut kaldırımı tarzındaki taÅŸlarla döÅŸeli o yol, doÄŸuda Gâvur Mahallesinin önünden geçerek Mehmet AÄŸa’nın deresi ve Çırçır Pınarına su deÄŸirmenine oradan da EÄŸir(EÄŸri) Çayına kadar devam ederdi. Yol, tarihi Antep ve Halep kervan yoluydu. O yoldan Musalla Mahallesine doÄŸru yönelerek, Tahta Minareli Caminin yakınına geldiÄŸimizde güneÅŸin ilk ışıkları kaleyi yalamaya baÅŸlamıştı. Caddeye vardığımızda namazgâha giden insanlar çoÄŸaldı.  Bazen birbirleriyle bayramlaÅŸarak ellerindeki kilim hasır veya seccadelerle namazgâha doÄŸru ilerliyorlardı. O arada yol arkadaÅŸlarımızdan biri, “ÅŸu sokaktan kestirmeden gideriz” diyince insanların bir kısmı bizimle beraber caminin bulunduÄŸu sokaÄŸa doÄŸru yöneldi.

    Daha önce hiç görmediÄŸim sokaklardan baÅŸka sokaklara geçerken,  arada tanıdık simalarla karşılaşıp bayramlaşıyorduk. Bazı kadınlar evlerinin önünü sulayarak süpürmekteydi, evlerden bol baharatlı yemek kokuları sokaÄŸa yayılıyordu, bizi gören kadınlar baÅŸörtüleriyle yüzlerini kapatılarak bürünüp evlerine kaçışıyorlardı. Belli ki bu sokaklarda diÄŸer sabahlarda bu kadar kalabalık görmemiÅŸlerdi.

      Derken Kuzey batı yönünden Namazgâha vardığımızda güneÅŸ iyice doÄŸmuÅŸtu. Namazgâh Musalla Mahallesindeki eski ceza evinin (ÅŸimdiki camii)!nin güney batsındaydı.  Önünden dereye giden yol geçmekteydi, daha sonra karşısındaki boÅŸluÄŸa Atatürk Ä°lk Okulu yapıldı.  Tarihi musalla/ namazgah ve altındaki mezarlık yıkılarak marangozlar sitesi yapıldı.  Musalla Mahallesi o tarihi Musalla/ namazgâhtan adını almıştır. Dört tarafı taÅŸ duvarlarla çevrili yaklaşık iki- üç bin kiÅŸinin namaz kılabileceÄŸi büyüklükte bir alandı. Duvarların kalınlığı yaklaşık yarım metre, yüksekliÄŸi bir insan boyundan biraz fazlaydı. Güney cephesinde taÅŸ duvarın ortasında bir de mihrap yapılmıştı Köylerden gelen insanlarla cemaat çok fazla, kalabalıklaşıp sokaÄŸa taşınca, cemaatin bir bölümü kuzeydeki toprak evlerin damlarında namaz kılmaktaydı. Birkaç yaz bayram namazını kalabalık cemaatlerle orada kılmak bana da nasip oldu. 

   Musalla/Namazgâha girdiÄŸimizde bizden erken gelenler önden baÅŸlayarak alanın yarısından çoÄŸunu doldurmuÅŸtu.  Babam özellikle mihraba yakın olmamızı istediÄŸinden tanıdıklardan eÅŸ-dost yardımıyla tutulan yerlerden birine seccademizi sererek oturduk. Mihrabın yanındaki duvarda birkaç basamaklı bir ahÅŸap seyyar merdiven, merdivenin konulduÄŸu yerde duvarın üzerinde bir halı yastığı onun üzerinde de yine bir halı seccade bulunmaktaydı.

   Yere tam oturup çevremizdekilerle bayramlaÅŸmaya baÅŸlamıştık ki arka saflardaki insanların hızla ayaÄŸa kalkarak tekbir getirmeye baÅŸladığını gördük. Bizlerde ayaÄŸa kalkarak tekbire iÅŸtirak ettik. O sırada arkasında birkaç kiÅŸi bulunan yaÅŸlı fakat dinç bir zat cemaatin arasından önlere doÄŸru ilerliyordu. Babama baktığımda “Akçalılı Hacı Efendi” dedi.  Bazı insanlar hızla koÅŸarak öpmek için ellerine atılmaktaydı, izdiham oluÅŸunca, birileri müdahale ederek cemaati araladı. Bazı gençler ele ele tutuÅŸarak bir koridor oluÅŸturdular. Hacı efendi mütebessim bir çehreyle cemaati selamlayarak ilerledi; bizim yanımızdan geçerken bizde eÄŸilerek onu selamladık. Orta boyluydu, üzerinde gri ÅŸalvar beyaz gömlek ve krem bir cübbe, başında beyaz bir sarık vardı; sakalının çoÄŸu beyaz, görünüÅŸü sakin ve yüzü güleçti…

     Ä°lerleyerek merdivenin bulunduÄŸu duvara doÄŸru yöneldi. O merdivenleri çıkarken cemaat yerlerine oturdu. Duvarı üzerine çıktığında Kıbleye yönelerek ellerini açıp sessizce kısa bir dua yaptı ve arkasından yastığın üzerindeki seccadeye oturdu. Besmele çektikten sonra vaaza baÅŸladı. Hangi dini konuda konuÅŸtuÄŸunu hatırlamıyorum; ancak insanların onu huÅŸuyla dinlediÄŸini gözledim. Sesi çok gür deÄŸildi, o tarihte hoparlör veya megafon hayatımıza girmediÄŸi için çok arkalardan duyulması oldukça zordu. Babanın niçin önlerden yer tutmak istediÄŸini o zaman anlamıştım. Hacı efendi konuÅŸurken birileri ÅŸapkasını açarak cemaatin arasında dolaşıp camilere veya kadrosuz imamlara para topluyordu. Onun arkasında elinde tas ve kova olan ÅŸahıslar cemaate karlı su dağıtmaya baÅŸladılar. Hizmetler ve amaçlar güzel olmasına güzeldi ama önemli bir hitabete parazit oluÅŸturmaktaydılar.

    GüneÅŸ biraz yükselince hava iyice ısınmaya baÅŸlamıştı ki, önce güçlü bir tüfek( top) sesi, arkasından Said, ya da Gani Hafızın arka toprak evlerden birinin damından okuduÄŸu ezan ortalığı çınlattı. Herkes ezanı sükûnetle dinledi, o arada etkilenip manevi coÅŸkuya kapılarak “ Allah, ya da “Hay” diye seyha çekenler de oldu. Ezanın bitiminde cemaat ayağı kalkarken,  Hacı Efendi de oturduÄŸu yerden sesli Arapça bir dua okuyunca, cemaatte âmin diyerek iÅŸtirak etti. Duanın arkasından merdivenlerden inerek mihraptaki yerini aldı. Ä°lk safta Åžehrin Müftüsü, Hacı Fehmi Efendi, Mela Muhammed tanıdığım simalardandı;  fakat Hacı Efendi’nin tam arkasında her halde ilmi yeterli olmayan birisi dur-muÅŸtu ki babam alçak sesle de olsa tepki gösterdi. Müftünün yanında bayram namazı kılınırken imamın tekbirlerini yüksek sesle cemaate duyurmak için güzel sesli bir hafız bulunmaktaydı. Cemaatin arasına serpiÅŸmiÅŸ camilerinin Ä°mam ve müezzin ve ÅŸehrin hafızları tekbirlere yüksek sesle iÅŸtirak etmekteydi. Namaz bittiÄŸinde hep bir ağızdan getirilen tekbir yeri, göÄŸü inletiyordu. Bu ortamdan herkes gibi mutlaka Hacı Efendi de etkilenmiÅŸ olmalıydı,  ağır ve vakur adımlarla merdivenleri çıkarak duvarın üzerinde tekbir getirmeye baÅŸlayınca cemaat daha da coÅŸarak iÅŸtirak etti.  Ezan sırasında yaÅŸanan coÅŸku hutbe sırasında da yaÅŸandı, hutbeyi okuyup, aÅŸağı indiÄŸinde herkes kendini ayakta karşıladı. Namaz ve hutbe sırasında herkes gibi bende oldukça etkilenmiÅŸtim. DoÄŸrusu namaza geldiÄŸimizde Böyle bir coÅŸkuyu yaÅŸayabileceÄŸimizi ümit etmemiÅŸtim!

     Namazgâha Ä°lk geliÅŸindekinin aksine izdiham yaratmadan cemaat bu sefer tek sıra halinde Hacı Mehmet efendinin elini öperek kapıya doÄŸru yönelmekteydi. Babam önde ben arkada bizde sıraya girdik, önlerde olduÄŸumuz için sıramız çabuk geldi.  Babam elini öpünce,  o da yanına çekerek yüzünden öptü. Babamdan önce bu davranışı,  sadece birkaç kiÅŸiye yapmıştı. Sıra bana geldiÄŸinde babamla “mahdum” diyerek beni tanıttı; elini öptüÄŸümde elimi bırakmayarak, önce başımı öperek okÅŸadı, sonra okudu.  Ellerinde kollarına doÄŸru beyaz lekeler bulunmakta, gözleri oldukça keskindi. Sonra ÅŸalvarının cebinden birkaç ÅŸeker çıkararak bana verdi. Adımı sorduÄŸunda babam araya girerek,”Halit!” dedi, Halit Bin Velid’in adını koydum.” Hacı Efendi “Ä°nÅŸaallah onun gibi Seyfullah olur.” dedi. O günden sonra babam bazen sevgi sözcüÄŸü olarak beni “Seyfulah” diye de çağırırdı. Bu lakap benim de hoÅŸuma gitmiÅŸti, Ortaokul yıllarımda ÅŸiir karalarken bu mahlası kulandım; sonraki yıllarda bu lakabın Halit Bin Velid hazretlerine ait ve özel olduÄŸunu anlayınca, bir daha kullanmadım.

       Hacı Efendi Babama ve bana oldukça yakın bir akraba gibi davranmıştı.  Daha sonra babama sebebini sorduÄŸumda, “amcası oÄŸlu Hacı Hüseyin Efendinin kızı AÅŸe (AiÅŸe)’yle bacı-kardeÅŸiz, onların evlerinde büyüdüm.” dedi; ben de üzerinde fazla durmadım. Daha sonraki yıllarda anlattığı kadarıyla, Dedem Abdurahman, Hocazade Hacı Hüseyin Efendiyle komÅŸu ve dostmuÅŸ. AÅŸe/ AyÅŸe, Selim Bilgiç Efendinin Hanımı ve Abdurahman Åžeref Bilgiç, Zeliha Yardımcı’nın ve Mahsum Bilgiç’in annesiydi.  Daha sonra Zeliha Yardımcının oÄŸlu Kazım Yardımcıyla dostluÄŸumuz sırasında ailenin diÄŸer fertlerini de tanıma fırsatı buldum. Babam ve Kazım Abinin anlatımıyla Hacı Hüseyin Efendi de Hacı efendi gibi Mevlana Halid Hz. yolunun mensubu bir Allah dostluymuÅŸ.

     Kurban Bayramını namazını da aynı yerde yine Hacı Efendinin arkasında kıldık. Daha sonraki Ramazan bayramında, hasta olduÄŸu için gelmemiÅŸti, birkaç ay sonra da vefat etti. Cenazesi oldukça kalabalıktı ÅŸehrin dışından köylerden ve Kâhta’dan da oldukça fazla katılım olmuÅŸtu. O gün ÅŸehirde dükkânlar kapanarak hayat durma noktasına gelmiÅŸti.  Parkın arkasındaki, dedesi Büyük NakÅŸî halifesi Küçük Hacı Muhammed efendinin metfun bulunduÄŸu aile kabristanına defnedildi.  Hz. Peygamber, “ âlimin vefatı âlemin vefatı gibidir” demiÅŸ, ne güzel söz. Çünkü herkesin yerini birileri doldurabilir ancak âlimin yerini doldurmak oldukça zordur.

    O kabristana daha önce, vefat eden dedeleri Küçük Muhammed hoca, onun oÄŸlu Süleyman Hoca, yukarda bahsi geçen NakÅŸî Halifesi Hacı Hüseyin efendi ve Süleyman Efendinin diÄŸer oÄŸlu Adıyaman’da gazelleriyle meÅŸhur Haydar Efendi ve baÅŸka aile büyükleri de bulunmaktaydı. Daha sonra vefat eden Selim Efendi ve kızı ”Mansurun Zeliha‘sı” (Hardımcı) gibi, ailenin birçok fertleri de o kabristana defnedildiler.

       Ailenin lakabı Adıyamanda “ Hocagil” olarak bilinir. Bunun nedeni ailenin ilk büyüklerinden NakÅŸi ÅŸeyhi Küçük Muhammed Efendi ve oÄŸulları Said Efendi, Hacı Habib Hoca ve Hacı Süleyman efendi ve onların çocuklarından birçoÄŸunun Åžeyh veya Hoca olmasındandır. Küçük Mehmed efendinin dedelerinin BaÄŸdat’tan, Diyarbakır’a oradan da Osmanlı Devletinin Kürt Mirdas (Mırdes) beylerine “beylik” hâkimiyeti verdiÄŸi Narince yöresine göç ettiÄŸi bilinmektedir. Küçük Mehmed Efendi Tasavvuf eÄŸitimini Urfalı mutasavvıf ÅŸeyh Hafız Muhammed Selim efendiden(r.a) almıştır.  Hafız Selim Efendi ise Büyük âlim ve Muassavvıf Mevlana Halid-i BaÄŸdadi Hz. halifesidir.  Mevlana Halid Hz.Tasavvuf silsilesi Muhammed NakÅŸibend Hazretlerine, onun silsilesi de Cafer-i Sadık, Selman-ı Farisi hazretleri yoluyla Hz. Ebubekir yoluyla iki cihan güneÅŸi Hz. Muhammed Mustafa’ya ulaÅŸmaktadır.

      Hafız Selim Efendi Osmanlı-Rus savaşı sırasında kurulan “Gönüllü Åžark Alay”ının komutanı olarak 1853 yılında yapılan Tiflis savaşına katılmıştır. Alayın bir bölümü kendi aÅŸireti olan Hartavi’lerden, diÄŸerlerini de müritlerinden oluÅŸturmuÅŸtur. Alayı cepheye giderken maddi ve fiili destek için o zamanki adıyla Hısn-ı Mansur olan Adıyaman’a gelerek konaklamıştır. Hacı Hafız Efendi KeÅŸfi-kerameti açık bir zatmış. O geliÅŸinde Hz. Ä°brahim’in oÄŸlu, Hz.Ä°shak (A.S) Adıyaman’daki makamını keÅŸfetmiÅŸtir. Hz. Ä°shak’ın makamı Kapcami’nin karşısındaki Ziraat bankasının sağından Harıkçı caddesine çıkan sokağın içerisindedir. Bir zamanlar makam “Tekonun Ziyaret” olarak bilinen ziyaretgâhtı; fakat getirim getireceÄŸi anlaşılınca yıkılarak dükkâna dönüÅŸtürüldü. Yine de bir küçük bir bölme ayrı bir kapı bırakılmıştı, bir dönem yan dükkândaki anahtar alınarak ziyaret edilebiliyordu. Birkaç yıl önce ziyaretimde o dükkânlardan birinin kullandığı ardiye olduÄŸun görerek üzülmüÅŸtüm. Geçen yıl ki Adıyaman ziyaretimde ise, dükkân kiracısı-ne anlattımsa nafile- onca ısrarıma raÄŸmen o küçük yeri ziyaretime açmadı. Ben de dışarıdan Fatiha okumak zorunda kaldım. 

    Hafız Efendi Adıyaman’da pek çok zatı irÅŸat etmiÅŸtir. Onlardan biri de Kapcami önünde mezarı bulunan Ata Efendidir. Ata Efendi eski Adıyaman’ın maskotu “Can Ä°zzet”in büyük dedesidir. Hafız efendinin oÄŸlu Mazhar Efendi Ä°stanbul’da Hukuk öÄŸrenimi gördükten sonra Meclis-i DaniÅŸe ( Danıştay) azası ve sonra baÅŸkanı olur. Daha sonra sırasıyla Kazasker da Adalet Bakanı ve padiÅŸah 2. Abdulhamid’in danışmanı olmuÅŸtur. Bu nedenle Hartaviler Osmanlı Devletinin önemli iltifatına mazhar olmuÅŸlardır. Hafız Muhammed Selim Efendinin kabri ÅŸerifi Åž. Urfa merkezdeki Tabakhane Camisinin yanında ziyaretgâhtır. Hartavizadeler oldukça geniÅŸ bir aile olup, Osmanlı Devletine pek çok yararlılıklar saÄŸladıkları gibi,  Urfa’nın Fransız iÅŸgali sırasındaki direniÅŸ hareketine de oldukça  önemli  destekler saÄŸlamışlardır.

      Akçalıllı Hacı Mehmet Efendi Küçük Muhammed efendinin oÄŸlu Hacı Habib hocanın oÄŸludur  “Akçalılı” denmesinin nedeni Narince yöresindeki dedelerinden kalan diÄŸer birkaç köy yanında Kahta’nın Akçalı köyünde de arazisi olmasındandır. Daha sonra Adıyaman’a göç eden aileye Osmanlı Devleti tarafından Narince yöresindeki bazı köylerine karşılık Adıyaman merkezde birkaç köy verilmiÅŸtir.  Åžapka Yasası ve Ezanın Türkçe okunmasından sonra Hacı Mehmed Efendi Akçalıya dönüp,-ailedeki önemli vefat taziyeler hariç- 1950‘deki ezanın yeniden Arapça okunuÅŸuna kadar Adıyaman’a dönmemiÅŸtir.
    Soyadı yasasında Hoca ailesinin ailenin fertlerinin büyük bölümü Bilgiç(alim) soyadını alırken Åžair Haydar efendi Bilginer soyadını almış, dolayısıyla çocukları da o soyadı devam ettirmiÅŸlerdir. Bilgiç ve Bilginer ailelerinden daha sonraki yıllarda, ve Akçalılı Hacı efendinin çocukları ve damadı  - aynı zamanda halifesi -yanında Hacı Selim Efendi, Selim Efendinin kızı  Zeliha Yardımcı (Hama dergahına baÄŸlı Kadiri) ve onun oÄŸlu Kazım Yardımcı ( Rufai) ve onların çocukları dışında tasavvufa yönelen  pek fazla  olmamış, ancak  aralarında, devlet kademelerinde önemli görevler almış, yaÅŸayan ve vefat etmiÅŸ pek çok yüksek rütbeli  asker, bürokrat, iÅŸadamı, akademisyen ve siyaset adamı çıkmıştır.

      Akçalılı Hacı Efendinin Adıyaman merkez ve köylerindeki kadar da Kâhta ve Narince yöresinde de müritleri bulunmaktaydı. OÄŸlu Hacı Ziya Kâhta’da babasının postuna otururken,  Damadı Åžeyh Muhammed Ünsal ve genç yaÅŸta vefat eden oÄŸlu Mustafa Sami’nin oÄŸullarından Hacı Habip Bilgiç Adıyaman’daki postlarına oturarak öÄŸrenci yetiÅŸtirmeye devam ettiler. Torunlarından Hacı Fahri Bilgiç ise uzun yıllar kamuda hizmet verdikten sonra emekli olunca hattatlığa baÅŸladı; bu gün için Türkiye’nin en büyük hattatları arasında olup, Ankara’da yaÅŸamaktadır.

      Bayramı Çocuklar Nasıl YaÅŸanmaktaydı?
    Bayram Musallasından dışarı çıktığımızda, Cemaatin ÅŸerbetçilerin başına üÅŸüÅŸtüÄŸünü gördük, sebil yapılan karlı ÅŸerbetlerden içmekteydiler.  Yörenin yaygın içeceklerinden meyan Åžerbeti bakır kalaylı güÄŸümlerde satılılır,  soÄŸuması için de içerisine kar atılırdı. Her güÄŸüm yaklaşık 10-12 litre olurdu, bu da asgari 70-80 bardak veya tas demekti. Hayır, sahiplerinden biri Cuma, kandil ve Bayram günlerinde geçmiÅŸleri hayrına tamamın parasını ödeyerek ÅŸerbetçiye sebil etmesini söylerdi; ÅŸerbetçi de  “sebil” diye bağırarak ÅŸerbetin parasız olduÄŸunu ilan ederdi. Sıcaktan bunalmış olduÄŸumdan sebil ÅŸerbetten içmeye yöneldiÄŸimde babam,  “sebil fakirin hakkıdır” diyerek yürüdüÄŸü için, ben de  içimi çekerek oradan  ayrıldım. Sağımızda kalan Cezaevi, YeÅŸil Camii, Belediye binası, kasap pazarı, atar pazarı, tenekci ve kuyumcular pazarının,  önünden geçerek, Ulu Caminin önüne yöneldiÄŸimizde diÄŸer yerlere göre orasının çok daha kalabalık olduÄŸunu gördük. Bayram satıcılarının caminin önü ve karşısını doldurmuÅŸlar, yolda adım atacak yer yoktu.

      Bayramda genellikle, dondurma, Patpatı(patlamış mısır) “Bici- bici” (niÅŸastadan yapılan tatlı),Dolama (  kol tatlısı),  ÅŸambaba ( Åžam tatlısı) Pamuk ÅŸekeri, sakız ÅŸekeri( renkli aÄŸda) Limonata, gül ÅŸerbeti, ayran, karlambaç (karsambaç) elmalı ÅŸeker, bilhassa çocukların oldukça raÄŸbet ettiÄŸi ÅŸeylerdi. Ba-bam  bana gümüÅŸ elli kuruÅŸ uzatarak,  “ Bu bayram harçlığın ister hepsini harca, ister yarısını, ben seni yarım saat sonra evde bekliyorum, geldin, gelmedinse  ben dönerim sen de baÄŸa yalnız ve  yaya gelmek zorunda kalırsın” dedi.

     O günün ÅŸartlarında bir koca çarşı ekmeÄŸin 5 kuruÅŸ, olduÄŸu düÅŸünülürse elli kuruÅŸ ben yaÅŸtaki bir  çocuk için  oldukça iyi paraydı. Bir müddet satıcılar seyredip, ne yiyip ne içeceÄŸimi kararlaÅŸtırmaya çalıştım. Ä°lk olarak susuzluÄŸumu gidermek için yüz paraya( delik ikibuçuk kuruÅŸ) gül ÅŸerbeti içerek, elli kuruÅŸu satıcıya uzattığımda “  bu parayı nereden bozacağım” der gibi yüzüme bakarak, “bozdurursan getirirsin” diyerek geri iade etti. Oradaki satılanlardan ne alırsam da parayı bozamayacaklarını anlamıştım. Bu arada karnımda zil çalmaktaydı, aklıma  “MemiÅŸin lokantası”nda kebap yemek geldi. Kebapları diÄŸerlerine nazaran daha lezzetli olurdu; üstelik Ulucamiye de yakındı. Dükkana vardığımda çoÄŸunluÄŸu köyü vatandaÅŸlarımızdan  oluÅŸan müÅŸterilerle kapıya  kadar dolarak, dışarıya atılan masalara kadar  taÅŸmıştı , pek çok kiÅŸi  ayakta kendisine sıranın gelmesini bekliyordu. Bir müddet ben de bekledimse de,  bana kolay sıra gelmeyeceÄŸini anlayınca, kebaptan vazgeçerek geriye dönüp  birkaç adım atmıştım ki birsinin arkamdan “ Yüsüp emminin(amcanın) oÄŸlu ne istedin ”dedi.  Bana seslenen lokantaya  tuz, gaz ve sabunu sürekli  bizim dükkandan  alan   benden birkaç yaÅŸ büyük oÄŸulları Mehmet  CoÅŸkun’du.  MeÄŸerse dükkanın önünde satmak için limonata hazırlıyormuÅŸ. Kebap alacağımı söyledim; “kaç ÅŸiÅŸ” dedi. Bende yarım ekmeÄŸini arasına “iki ÅŸiÅŸ” diyerek elli kuruÅŸu uzattım. Mehmet CoÅŸkun “bekle “ diyerek lokantaya yöneldi; bende beklemeye baÅŸladım fakat bir türlü gelmiyordu, sonunda otuz beÅŸ kuruÅŸ para ve bir dürüm kebapla geri döndüÄŸünde oldukça sevinmiÅŸtim.

     Bir yandan elimdeki kebabı mideye indirirken, diÄŸer yandan Ulu Caminin önündeki meÅŸrubatçılara doÄŸru yöneldim. Borçlu olduÄŸum ÅŸerbetçiye giderek bir bardak daha gül  ÅŸerbeti istediÄŸimde , beni tanıyarak “ önce borcunu öde” dedi. Parayı bozdurduÄŸumu söyleyerek beÅŸ kuruÅŸu uzatıp verdiÄŸi ÅŸerbeti kebabın üstüne içtim. Åžerbetten sonra hızımı alamayarak diÄŸer tatlı tezgahlarına tam yönelecektim ki birisinin sopayla bana dürttüÄŸünü fark ettim. DöndüÄŸümde babamın eÅŸekte binili olarak; yeleÄŸinin saat cebinden kösteklisini çıkarıp “ zamanın çoktan doldu” diyerek arkasına binmemi iÅŸaret etti. Biraz nazlanıp sonra gelirim dememin hiçte yararı olmadı tuttuÄŸu gibi beni merkebin üzerine  arkasına çekti. Böylece çok istediÄŸim halde diÄŸerlerinin tadına bakamamıştım. O merkebi sürdükçe ben  yan gözle tatlılara bakarak aÄŸzımı yalıyordum.

     Bu günkü Sümer meydanının bulunduÄŸu yerde  “Hacı Mehmed Efendinin” büyük bir hanı vardı. Hanın önünde yüzü boyalı ayağında acayip bir pantolon ve  büyükçe bir ayakkabı bulunan  keçi sakallı bir adam  elindeki çanı çalarak,  “haydi baÅŸlıyoor,baÅŸlıyoooor” diÄŸerek insanları cambaza çağırmaktaydı. Biraz ileriye Hoca Ömer’e doÄŸru yöneldiÄŸimizde ,“Ä°ÅŸatgil”in avlusnda  dönme dolap  ve salıncaklar kurulmuÅŸtu. Onları gördüÄŸümde içim geçti, cebimde param vardı fakat  babamla  baÄŸa gitmek zorundaydım. Halkın en büyük eÄŸlencesi  ÅŸehrin her mahallesinde kulan  dönme dolap ve  salıncaklardı. Altı kabinli dolaplar iki kiÅŸinin kol gücüyle çevrilir,her döndükçe gıcır gıcır öterdi.

   Babam eve eÅŸeÄŸi getirmeye gitmeden önce yeÄŸenlerine bayram yemeÄŸini bizim baÄŸda yiyeceÄŸimizi söyleyerek, baÄŸa doÄŸru yola vurmuÅŸtu. Yolda gördüÄŸü birkaç gariban mahalleli ve daha sonrada yoldan bir-iki bahçeciyi çağırdı. Ben “anamın piÅŸirdiÄŸi yemekler bu kadar insana nasıl yeter” dedimse de  “ aldırma Allah bereketini verir “ dedi. Eski saray çınarının önüne geldiÄŸimizde,  orada da bayram tatlılarının satıldığını gördüm. Babam merkepten inerek “Kertili Hoca”nın fırınına doÄŸru yöneldiÄŸinde bende inip eÅŸeÄŸin yularını koluma dolayarak  alel acele bir halka tatlısı, arkasından  küçük bir tepsi bici-biciyi hızla miydeme indirdim. Babam bir “mahrama” dolusu ekmek alarak döndü.  Mer-kebe binerken “daha ne istiyoruz, bir hurçta  meyve, bir hurçta sayfı/ sebze,  elimizde bir bohça ekmek, kim demiÅŸ yemek yetmez “ diyerek  yüzüme baktı!
      Gerçektende o günkü bayram yemeÄŸi onca insan ve aile fertlerine  yettiÄŸi gibi, bir- iki baÄŸ komÅŸusuna da ikram olarak gönderildi. Sonraki yıllarda öÄŸrendim bereket öÄŸle bir ÅŸeymiÅŸ ki, “cimrilerin kapısına  uÄŸramadığı halde, cömertlerin kapından hiç ayrılmazmış”!...
                                           ***
    Eski Adıyaman’dan bir kesitin anlatıldığı bu iki bölümlük anı/hatıra yazısının sonunu ilgili ve bilgililerden bazı taleplerle bulunarak bitirmekte yarar var, bunları maddeler halinde ÅŸöyle sıralayabiliriz:
1-
O dönemi yaÅŸayanlar henüz hayatta iken,  Vilayet öncesi Adıyaman merkezinin minyatür prototipi, hamiyetperver bir Adıyamanlı hemÅŸerimizin sponsorluÄŸunda Üniversite yeÅŸil alanlarından birinde yapılabilir. Åžayet bu gün için o olanak yoksa eski fotoÄŸraflar ve yaÅŸayan tanıkların anlatımına göre krokiler ve resimler çizilerek o yaÅŸamın arÅŸivlenip gelecek kuÅŸaklara aktarılması *bohça büyüklüÄŸünde bele baÄŸlanan  mendil   
uygun olur. Bu konuda o tarihlerde havadan çekilen fotoÄŸraflar, T.H.K. ve Genel-kurmay Askeri Harita Daire  BaÅŸkanlığının arÅŸivlerinden temin edilebilir.
2- Küçük Muhammed Efendi. Hacı Hüseyin Efendi, Akçalılı Hacı efendi, Mela Muhammed, Hacı Fehmi Efendi ve bu yazımızda yer alan diÄŸer büyük insanlarla “ Adıyaman’da iz bırakmış” pek çok insanın isimlerinin cadde, sokak ve parklara verilmesi, yaÅŸayan ve gelecek kuÅŸakları hizmete yönelmeye teÅŸvik edecektir.
3-Üniversitemiz bünyesinde Adıyamanlı edip, ÅŸair yazarların otobiyoÄŸrafi  çalışmaların  yanında eski halk  bilim çerçevesinde  Adıyaman kültür, töre ve geleneklerinin  derlenerek  kitaplaÅŸtırılması  için bu konuların lisans ve doktora öÄŸrencilerine tez olarak verilmesi  Adıyaman kültürünün zenginliklerin ortaya çıkarması bakımından yayarlı olacaktır.
4- Kültürel zenginliklerimiz tamamen yok olmadan, etnografik eserlerin toplanıp kategorilere ayrılarak tasnif edilmesi yaralı olacaktır. Adıyaman müzesi bünyesinde veya ondan bağımsız Etnografya müzesi kurulmalıdır. Esnaf ve sanat-karlar kooperatif birliklerinin de bu müzenin bir bölümünde, eski halk sanat ve mesleklerini maketlerce canlandırması yararlı olur.
   Bu yolda yetkililerin atacağı her adımda tüm duyarlı Adıyamanlıları yanlarında bulacaklardır. 

[1] *BuÄŸday ve şıra kaynatılan, çamaşır veya banyo için su ısıtılan büyük kazana mahsere kazanı denilmekteydi, Tarihi savaÅŸ ve muhasara dönemlerinde bu büyük bakır kazanlara su veya baÅŸka sıvı yiyecek konularak saklandığı için o ismi almıştır. DoÄŸrusu muhasara kazanıdır.

 

Yorum
Bu yazı teknik açıdan incelenmeli
Yazar bilal sürgeç açık 2012-06-02 20:44:42
1950'li yılların Türkiyesini Anadolu'da şirin bir ilin penceresinden anlatan güzel bir yazı. Anı türü yazmayı düşünen herkese üslup açısından bu yazıyı okumalarını önemle tavsiye ederim.

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 29-05-2012 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
112055605 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net