TARİHİMİZİN II. FETRET DEVRİNİ AYDINLATMAK[1] Ercan Arslaner(*)
Lise seviyesine kadar yazılan tarih kitaplarında belki en büyük eksiklik İttihat ve Terakkinin sebep olduğu olaylardır. O devirde -Bulgarlar Edirne’yi işgal ettikleri gibi- Türk mimarisinin gözdesi, pırlantası Selimiye Camisinin bir top mermisi ile kubbesinden delindiği de rivayet edilir. I. Fetret Devri Yıldırım Bayezid ve Timur arasındaki Ankara savaşı ile başladıktan sonra Çelebi Mehmet’le sona ermişti.
Edirne’miz Selimiye’miz bu tehditler altında iken Bab-ı Ali’de baskınlar oluyor, Türk devlet adamları, askerleri birbirlerini öldürüyordu. (Sh.54-66) Bu karma karışık devri oldukça basit bir anlatımla yazmaya teşebbüs edenlerden biri 150’lik olarak yurtdışına sürülen Mevlanazade Rifat olmuştur. Zaten halkına ekmek bile veremeyen Osmanlı hükümetinin bu devri Sultan Abdulhamit’in tahttan indirilmesiyle başlar. Baştaki padişahlar İttihat- Terakkinin kuklası halindedir. Artık Goben, Breslav Türkiye’dedir ve Osmanlı devletini birinci cihan savaşına sokmak üzeredir. Sultan V. Mehmet Reşat ve İttihatçı Şeyhül İslam Ürgüplü Hayri Efendi cihadı mukaddes ilan etseler de beklenen etki görülmemiştir. Her yerde İttihatçıların sözü geçmekte, memurlar onların tasdiki ile atandığı gibi gizli kapalı her işte söz sahibi onlardır. Onların icraatçısı Teşkilatı Mahsusa (Konu üzerine Hüsamettin Ertürk imzalı eser okunabilir.) yanında Dr. Bahaddin Şakir, Dr. Nazım, Maarif vekili Şükrü’nün Ermenilere karşı yaptıklarının karşılığını bugünkü hükümetler çekmektedir. O günlerde Çanakkale Zaferi kazanılmış ve kitaptaki övgüsü de “Bu hadise; maddenin iman ve vatanperverlik huzurunda iflas edip eğilişinin en canlı bir numunesidir.” sözleri olmuştur. “Bu ünlü zaferimizin arkasındaki olaylar, elden satılan ekmeğe para yetiştirmek herkes için mümkün olmuyordu. Francala yalnız İttihatçı reislere mahsus olup, bundan sarayı hümayundakiler nimetlenemiyordu.” (Sh.156) sözleriyle fetretin çapını anlatır. İttihatçılar bu tantanalarını milleti ilgilendiren diğer alanlarda gösteriyorlardı. Onlara göre millet bir sürü idi. İttihatçıların istediği tarafa yönelmek bir mecburiyet idi. İlgi konuda kitabın önemli notları şunlardı:
İttihat ve Terakki cemiyeti hakikatte Osmanlı devletini yıkmak amacıyla Siyonist Yahudilerin zekâsından doğmuştu. Bu gayesini 1909 senesinde Selanik’te yaptığı büyük kongrede tespit edip yapmaya yemin etmişlerdi. Tespit edilen hedefler aşağıdaki dört maddede toplanmıştı.
1. Bundan böyle Türkiye’de dinin tesirini ve kuvvetini kırmak. 2. Türkiye’nin servet membalarını kardeşler arasında bölüşmek 3. Hilafeti saltanattan ayırarak zayıflatmak 4. İmkân el verirken Osmanlıyı imha edip cumhuriyet ilan etmek (Sh. 198) [2] Buradaki maddelerin hepsi gerçekleşti. Yalnız günümüzü ilgilendiren ikinci maddenin altını çizmekte yarar vardır. Isparta’ya giden bir uçak kazası ile ölen altı bilginden birisi Prof. Arık idi. Bu şahsa “Türkiye Toryum madeniyle çok zengin olacak gibi görünüyor” deyince “Onu bize yedirmezler” deyişi tesadüfîye benzemiyor. Bazan “Bor madeniyle zengin olacağız.” dense de bu, Türk halkı için olmasa gerek.
Ne yapacağına millet karar veremeyince özellikle eğitim kurumları alabildiğine tefessüh etti. Okullar insanlara yalnız bilgi değil, mesleki eğitimle ekmeğini kazanma yolu göstermesi gerekirken bunu hiçbir şekilde yapamadı. Alman okulları gençlerini tümüyle meslek sahibi yaparken bu, bizden halen gerçekleşmedi. O günlerin savaşlarında kullanılacak silahlar Almanya ve Rusya’dan alınmaktadır. Yiyecek ekmeğini bile bulamayan Osmanlı silaha da para bulmak zorunda idi. Meslek eğitimiyle gençlerini yetiştirmeyenlerin akıbeti farklı olamayacaktı şüphesiz. Kim bilir ne kadar cevherli gencimiz karın doyurmak için çobanlık yapmak zorunda kalmıştır.
Bizde eli kalem tutanlar genellikle politik konulara ilgi duymuştur. Gençlerin meslek ve eğitimleri konusunda savaş verircesine alın terletenler maalesef olmamıştır. Adnan Menderes zamanında Yugoslavya’dan Türkiye’ye davet edilen elektrikçilerden bazılarını halen İstanbul’da görebilirsiniz. Halkın seçtiği mebuslar konunun kenarından bile geçmemişlerdir. Kitabın 222. sh. de “Efendiler Nereye?” adlı yazı 150’liklerden olan Refik Halit’e aittir. İttihat Terakkilerin kaçışı anlatılır yazıda. Aslına bakılırsa bu şahıslar kaçsa da onların amacını gerçekleştirecek şahıslar maalesef halen mevcuttur.
Şu İttihatçılar “Dinin tesir ve kuvvetini kırmak” derken “Bilimin, kardeşliğin, huzurun etkisini kırmak” dediklerinin acaba farkında mı idiler? Bunların kırılması ise cehaletin ziftine batmak, toplumu haydutların istila etmesi ve insanların artık zenginlik yerine fakirlikle boğuşması yahut güneş doğup batsa da insanın onun farkına varmaması demektir. Zaten Türk toplumunun fakirleşmesi bunların en büyük amacı olmalıydı. Bu insanlar bütün faaliyetlerini Türkçe isimler altında yürütüyorlardı. [3]Okul tarih kitaplarında Sadrazam Said Halim Paşa’nın görüşlerine yer verilmemesi önemli bir döküman eksikliğidir. 29. Sh’da Said Halim Paşa’ya Paris sefiri tarafından çekilen telgraf bulunmaktadır. Paşa telgrafı aynı zamanda kendi düşünceleri olarak Talat, Enver Paşalar ve diğer ileri gelenler önünde okur. “Ellerinizi, ayağınızı öpeyim, harbe girmeyiniz. Bilhassa Maren savaşından sonra Almanların başarılı olamayacakları yüzde yüz meydana çıkmıştır. İslamiyet’i ikinci bir Granada hezimetine uğratmayınız.” içerikli telgrafla Talat ve Enver paşa sadece alay etmişlerdir. Zamanın diğer önemli kişilerinden biri Mustafa Sabri Efendidir. Meclisi Mebusanda yedi saat süren konuşması kendisine büyük ün kazandırdı. Bu şahıs medrese âlimleri arasında çok az bulunan bir yazar, fena olmayan bir hatiptir. Bir konuşmasında İttihatçılara hücum ederken Talat Paşa “Efendi, size Şeyhül İslamlık vermediğimiz için muhalefet ediyorsun!” sataşmasına karşı: “İktidar makamını istemek bir cinayet ise, siz cürm-ü meşhut halinde bulunuyorsunuz!” cevabını vermesi cidden bir sehl-i mümtenidir. Hatırladığıma göre 1960 yıllarında öğrencilere Lise ders kitabı olarak okutulan “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi-Enver Ziya Karal” kitabında Said Halim Paşa v.b.devlet adamlarının resimleri varsa da tarihimizdeki rolleri hakkında bilgi yoktur. Mevlanzade Rıfat, bu değerli eseriyle tarihimizin az bilinen çok hareketli bir devrini aydınlatarak büyük bir görev yapmıştır.Yalnız o karışık devri siyasi,teknolojik veya eğitsel yönden aydınlatacak pek çok esere ihtiyaç vardır.Özellikle Avrupa’nın Aydınlanma Devri ile bizdeki sultanları öldürmeye,kuklalaştırmaya kadar varan fetretlerin karşılaştırılması çok önemli sonuçlar sağlayacaktır.. 22.05.10 (*) Almanya E. Eğitim ateşesi _____________ [1] Bu yazı bir bakıma Mevlanzade Rıfat’ın “Türkiye İnkılâbının İçyüzü” kitabının çok kısa bir tanıtımıdır. Yazar, Sultan Mehmet Reşat’ın adamı olduğu suçlaması ile 12 yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırılmıştır. Daha sonra sürgünde olduğu Yemen’den İstanbul’a dönerek Serbesti gazetesini yayımlamıştır. Tekrar sürgün cezalarından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yurtdışına sürülen 150 kişiden biri olmuştur. Hayatının son zamanlarını Halep’te geçirerek 1930’da Suriye’de vefat etmiştir. 5 adet önemli eserlerinin sonuncusu Tarihçe’dir. Elimizdeki eser 1914-1920 yıllarındaki önemli tarihi olaylar üzerine yazılmıştır. Bu eserin önemli yönü şahısları diyaloglarla konuşturması ve tarihi belgelere dayanmasıdır. [2] Dinin insan hayatında etken olmaması için bazı devlet adamları doğrudan onu engellemeye aşağıdaki belgelerde görüldüğü gibi engellemişlerdir: Eşref Edip Bey, 1943 yılında kendi çıkardığı Sebilür Reşat dergisi yayınları arasında “Hz. Muhammed’e Dair” adıyla sade bir kitap neşreder….. Kitap Dâhiliye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü kararıyla derhal toplatılır. Eserin sahibince yapılan itiraza Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ün cevabı şöyledir: “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun memleket dahilinde dini yayın yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz….. (Vakit Gazetesi-11 Ekim 2009 Pazar) Bu belgeler yanında fiilen yapılan baskıları saymak ciltlerle kitap dolduracaktır. [3] İnsanlar hangi bilim ve teknik alanında olursa olsunlar onları sadece gayretleri yükseltir. Yükselme devri Osmanlısı ile Gerileme Devri Osmanlısı arasındaki fark kalite farkıdır. Avrupalı özellikle silah yapımında Osmanlıyı hızla geçmişken biz bugün olduğu gibi o zamanda sadece ithalata bağlı kalmışız. Maalesef bütün teknik yenilikler onlardan gelmiştir. Yakın bir zamanda ülkemize Alman cumhurbaşkanı gelmiştir ve bizden güneş enerjisi alacaklarını bildirmişlerdir. Bu güneş enerjisinin aküde biriktirilerek bir meta haline getirilişidir. Onların yaptıkları teknolojik yenilikleri saymakla bitiremeyiz. Şuna inanmalıyız ki bir millet İngiliz, Fransız, Alman olmakla yükselemez; ancak çalışan, düşünen insanlar yükselebilir. Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |