19-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow Arama
BİR KÜÇÜK ADAM PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 19
KötüÇok iyi 
Yazar Necmettin EVCÄ°   
06-09-2006
BÄ°R KÜÇÜK ADAM

Necmettin EVCÄ° 
 

ImageGeldiÄŸini bile fark edememiÅŸtim.

Bakışımın ilgisiz alanında bir karaltı kıpırdamıştı o kadar.

Ä°lkin ceketi takıldı gözüme. Hava yeterince sıcaktı. Üst düÄŸmesini iliklemiÅŸ, açık kapının eÅŸiÄŸinde dikilmiÅŸ gizleyemediÄŸi öfkeyle içeriye bakıyordu. SoÄŸuk bakışları önce salonda sonra odalarda bir süre arandı.

“yok mu?” diye sormak oldu ilk sözü.

Bozuntuya vermedim. Gene alttan aldım.

“Cumhur Bey” dedim, “selâm kelâm yok mu? Yalnızım. Kime bakmıştın?”

“O’na”

Yine canı sıkkındı. Burnundan soluyor, dişlerinin arasından konuşuyordu.

“Gene ne var, ne oldu? Gel otur bakalım ÅŸöyle. O kim?”

“Sen bilirsin, biliyorsun”

“Ben neyi biliyorum? Burada benden baÅŸka kimse yok. Canın neye sıkıldıysa açıkça söyle.”

Sinirlice döndü. Ellerinin titrediÄŸini fark ettim.

“Bak Mehmet” bey dedi, “Allah aÅŸkına benden ne istiyorsunuz? Benimle uÄŸraÅŸmayın yeter artık. Biliyorsun ama bilmezlikten geliyorsun. Hep böyle yaparsınız zaten.” 

Ne yapsam? Neler saçmalıyordu yine? Bu kaçıncı kez Ya Rabbim?  ‘Gene beni rahatsız etmek için mi geldin? Gecenin bu ilerlemiÅŸ vaktinde, kitaplarım, notlarım arasında kendimi keyifle yitirmiÅŸken ne hakkın var beni üzmeye? Üstelik davetsiz konuk olarak. Her ÅŸeyin bir usulü bir inceliÄŸi var.’ Böyle mi deseydim? Kaç kez dedim. Nafile. Kim bilir ÅŸimdi  hangi kuruntusunu çoÄŸaltıyor içinde. Nerden buldu bu adam beni, nereden buldum? Öf Cumhur Bey öf…Hep sorun oldun bana. Hep sıkıntı. Sana gösterdiÄŸim hak etmediÄŸin anlayış beni fazlasıyla zedeliyor artık. Åžöyle anlatırım olmaz. Böyle izah ederim olmaz. Ne yapacağız bilemem. Åžu tuhaflığa bakın ki aramızda zorunlu bir iliÅŸki var üstelik. Seninle beraber yaÅŸamaya alışacağım diye her defasında kendimi mi aldattım yoksa? VerdiÄŸim ödünler üzerinde geliÅŸti iliÅŸkimiz. Tek taraflı. Sürekli ben  idare ettim. Sürekli ben. Biraz anlayış…Sadece biraz anlayış beklerken senden çok ÅŸey mi istiyorum? Esnek olsan azıcık. Mecbur muyum, mecbur muyum? ÇeliÅŸki de, zorluk da, karmaÅŸa da buradaydı. Mecburdum. Mesafeyi açmak istedim, olmadı. BaÅŸaramadım. Kimi dostlarıma anlatıyorum kahkahayla  gülüyor, ‘Olur mu böyle ÅŸey’ diyorlar. Olmaz tabi. Olmamalı. Gelin bir de bana sorun. Ä°yi günlerimizden birinde, çay ocağında birlikte çay içerken beni düÅŸ kırıklığına uÄŸrattı. Eften püften bir sebeple garson çocukla gürültü koparmaz mı? Üstelik haksız yere. Yerin dibine girmiÅŸtim. Rezil oldum. Aynı dairede beraber çalıştığımız oldu. Ä°ÅŸkilli, geçimsiz biri olduÄŸunu o zaman daha iyi anladım. Havadan nem kapardı. Gönülsüzdü. Pek hevesli görünmüyordu. Dosyalar, evraklar günlerce el atılmalarını bekleyerek masanın üzerinde yığılır, öylece bekler. Sonunda ne yapıp eder bütün iÅŸleri arkadaÅŸa kakalardı. ‘Ä°ÅŸi bilecek iÅŸe gitmeyeceksin.’ Ardından gevrek, yayvan bir gülüÅŸ. Ah Cumhur Bey…Genel müdürle kurduÄŸun yakınlığın sırrı düÅŸündüÄŸüm gibi miydi  bilmem. Amcanın dairemizi ziyaretinden sonra çok ÅŸeyin deÄŸiÅŸtiÄŸi açıktı. O seni hep idare eden, seninle aralarını bozmamaya çalışan, bunun için özenli, olaÄŸanüstü çabalar harcayan arkadaÅŸlara üzülüyor, acıyorum. Hatalarını, eksiklerini bulup buluÅŸturur gizliden gizliye ÅŸikayet eder miydin etmez miydin söyle? Müdürün gözdesi olmak mı, öyleydin zaten. GeçirdiÄŸim soruÅŸturmada senin parmağın vardı eminim. Ama benim asıl canımı sıkan senin cıvık, hafif, zaman zaman müptezel tavırların. Hele bilgiç tavırların, hiç kimseyi inandırdığını sanmadığım o içten  görünme çabaların… Tek kelimeyle kıvırmaların. Ne kaÅŸlarının çatılması, ne yüzünün gülmesi benim için ciddi bir anlam taşımıyordu. Tayinim gecikti. Dayanamadım. Ä°stifa ettim. Gene olmadı. Bende ne bulmuÅŸtu bilmem. Gene kurtulamadım. Daha doÄŸrusu o beni bırakmadı. Gölgem oldu adeta.  

Sıkıntı veren iç çarpıntılarımla kabararak yükselen öfkemi hep içime attım. Ä°çim acılar yumağı.  

Åžeytan diyor ki, okkalı bir yumruk indir ÅŸu adamın çenesine. Dağıt suratını. Görsün gününü. 

Sigaramın dumanını ciğerime kadar emdim.

O çok iyi tanıdığım çaresiz, zehirli sükûnetimle oturdum masamın başına.

Dergiye yazı yetiÅŸecek. Yayıncı denemeleri istiyor. BoÅŸ, dümdüz bakışım masadaki karışıklığı dolandı. Zihnimdeki bulanıklık kitapların, dergilerin, notlarımın üstüne yayıldı.

“Bak dedim, beni çalışmamdan ediyorsun. Evhamlarınla, kaprislerinle uÄŸraÅŸtırma beni.”

Masamın başına dayanmıştı. Üstümde koyu gölgesi.

“Bunlar ne?”

“Kitap olduklarını görmüyor musun?”

“Hımmm. Demek kitap. Sen mi yazdın?”

“Hayır benimki baÅŸka.”

“Okudun mu hepsini”

Masamın bir köÅŸesine ancak üst üste koyarak sığdırabildiÄŸim kitaplara ilgiyle bakındı. Oradan ‘Devlet’i usturupluca çekip aldı. Sayfalarını parmakları arasından hızla kaydırdı. ‘Dev-let…’ diye heceledi. Dudak bükerek masanın üzerine geliÅŸigüzel attı. Küt. Bir avuç rüzgâr tabladaki sigara küllerini uçuÅŸturmaya yetti. Lâ havle velâ kuvvet… Öfkeyle patlamamanın öbür seçeneÄŸi önü kesilmiÅŸ serin sular gibi durgun ve sakin olmaktır.  

“Bunlar neden bahsediyor, sen neler yazıyorsun?”

“Ä°stersen götür oku. Öyle daha iyi anlarsın.”

“Okumak mı?”

Güldü. Hafife alma, küçümseme sezinledim dudak kıvrımından.

“Onlarda ne var ne yok hepsini biliyorum ben. Hiçbir ÅŸeyden çakmayan kara cahil sanıyorsun beni deÄŸil mi? Hep böyle düÅŸündün hakkımda biliyorum. Böyle düÅŸünmene anlam veremiyorum doÄŸrusu. Yakışmıyor sana böyle davranmak.”

Yazıklanır bir edayla ardı ardına sıraladı.

Mahcubiyet neden hep benim payıma düÅŸüyor?

Åžimdi başımdan aÅŸağı kaynar sular dökülmüÅŸçesine, yüzümdeki kızarmanın, ruhumdaki boÄŸuntu halinin hangi haklı sebebi olabilir? Her yerimden sıcak titreÅŸimlerle iÄŸneleyen mahcupluk  duygusu sardı benliÄŸimi. Suçlu çocuklar gibi o an hiçbir ÅŸey  söyleyememenin boÅŸluÄŸuna düÅŸtüm. KeÅŸke susmak, cevap ya da  ifadenin yerini alabilseydi. Alıyor aslında. Ama ÅŸimdi, illa da ÅŸimdi susmak gerçek bir dil olsaydı. Kendimi suskuyla, suskunun tam ortasında anlatsaydım. Anlatamadıklarımla anlasaydı beni. Dışımdaki suskunun  içimdeki gümbürtüsü daktilomda yarım bıraktığım yazıya yönelerek serin bir sükûnet aranıyordu. Yüzümü ona çevirmiÅŸtim. Umarsız ilgim gerçek bir kaçış olan boÅŸ oyalanmayla, ÅŸimdi anlamlarını hiç mi hiç bilemediÄŸim cümlelerin, kelimelerin arasında yalpalıyor, her yana kafamdaki karışıklığı serpiÅŸtiriyordu.

“Bu ne?” diye sordu.

“Son yazım”

“Ne anlatıyorsun?”

“Fazla önemli deÄŸil. Politik gündemle ilgili konuları tartışıyorum. Bireysel Ä°nsan Haklarına iliÅŸkin yasa tasarısıyla ilgili.”

“Bizim partinin yaklaşımını da eleÅŸtirmiÅŸsindir.”

“Cumhur Bey neler diyorsun? Bu fazlasıyla gereksiz alınganlıklarına artık bir son vermelisin. Evham büyütmekten baÅŸka bir ÅŸey bilmez misin sen? Yetmez mi bu kadar kuruntu yaptığın? Sana kastımın olduÄŸunu sanıyorsun. Kendini de bizi de üzme. Yoksa senin mi bize bir kastın var Allah aÅŸkına?”

Böyle dedim. Dedim mi? DediÄŸimi sanıyorum. Sesimi yükseltmiÅŸim. Beklenmedik bir anda damlaya damlaya biriken suyun suyun önü açıldı birden. Kendimi o gürültülü çağıltıya kaptırmışım.

Oturduğu yerden fırlayıp kalktı.

“Asıl sizin niyetiniz nedir? Hep eleÅŸtiri hep eleÅŸtiri. Olumlu bir ÅŸey yazmaz mısınız siz? Kolayınıza geliyor deÄŸil mi? Pratik önerilerin var mı onu söyle? Yazdıklarınızın hayatta hangi gerçek karşılığı var? Hep zihin gurultusu. Hep aykırılık, hep ayırımcılık yaptığınız. Samimi misiniz? Memleketin gündemini saptırmayın.”

“Bu kadarı da fazla. Artık daha fazla dayanamıyorum saçmalığına. Nesin sen, kimsin biliyor musun? Hiç. Bir hiç. Sende ÅŸu kadar düÅŸünce, ÅŸu kadar incelik olsaydı evime böyle izinsiz, paldır küldür gelmezdin. Seni çağıran mı oldu? Hiç sana geliyor muyum, arıyor muyum seni, soruyor muyum? Üstelik kaç kez kaç yolla ‘git’ dedim. Git. Çık git. Seni tanımıyorum. Anladın mı tanımıyorum.   Böylece her ÅŸey bitsin. BaÅŸ aÄŸrılarım oluyorsun.” 

Sinir saÄŸanağına tutulmuÅŸtum. Sara nöbetine girmiÅŸ bir hasta gibi titriyordum. Ne olacaksa olsundu. Bir sigara daha yaktım.

Kılı bile kıpırdamadı. AÄŸustos göÄŸü gibi durgun, dingin bakıyordu. Yer deÄŸiÅŸtirmiÅŸtik sanki. Az önceki Ben O idi, O Ben. Çıt yoktu. Bir birimizin kalbini daha doÄŸrusu art niyetini dinliyorduk. Åžimdi ikimiz de birbirine teÄŸet geçen düÅŸlerimiz, düÅŸüncelerimizle fırtına öncesi sessizliÄŸi  yaşıyorduk. Öyle miydi? Fırtına dinmiÅŸ miydi? Ä°çimde müthiÅŸ bir toz duman boÄŸuntusu. Deprem öncesi durgun olurmuÅŸ hava. Tuhaf bir ürküntü duymaya baÅŸladım. Sigarasından derin mi derin bir nefes çekti. Keyfini çıkara çıkara tavana doÄŸru üfledi.

“Mehmet Bey” diye baÅŸladı ince, çekingen bir tonla.

“Böyle devam edeceksen lütfen konuÅŸmayı burada keselim” dedim. “Benim seninle bir alıp veremediÄŸim yok. DoÄŸrusu ÅŸuursuz bir savunma mekanizmasının iÅŸlemesi gibi içimin sıcak ürperiÅŸleri arasından çıktı bu sözler. Ä°yi de oldu her halde. Kelimelerin ateÅŸten sıcaklığını hissediyordum. O’nun da yüzündeki beyaz soÄŸukluÄŸu. Azdan asıktı suratım. Bakmıyordum bile.

“Hayır hayır” dedi, mülayim, yumuÅŸak bir tonlamayla. “Beni yanlış anladınız. Belki ben kendimi anlatamadım. Kızmanda haklı olabilirsin. Benim de seninle bir davam yok. Ayrıca seni sevip saydığımı bilmen gerekiyor. Bunu söylemeye bile gerek duymuyorum. Sen bizim arkadaşımızsın. Sana karşı bir davamız olamaz. Öyle deÄŸil mi, olabilir mi aziz dostum? Heyecanlanmakla, hareketlenmekle bir yere varamayız. Birbirimizi anlamak zorundayız. Bilmem anlatabiliyor muyum efendim?” 

Bu adam çıldırtacak beni.

Anlayamamanın esrarlı duyarlığı içindeyim. Acele etmeksizin tane tane konuÅŸuyordu. Sesi daha da inceldi, sonra çok uzaktan geliyor gibi zayıfladı, imgelemime kesik tınlamalar halinde fon oldu ve yitti.

O’nu  ilk tanıdığımda vergi kontrol memuruydu çokları onu bu sırada tanımış. Çok renkli, iniÅŸli çıkışlı bir yaÅŸam öyküsü olduÄŸunu öÄŸrendim. Kalem memurluÄŸundan seyyar satıcılığa kadar yapmadığı iÅŸ kalmamış (bir yakının sözüne bakılırsa partisinin koalisyon ortağı olduÄŸu sıra bakanlıklardan birinde müÅŸavirlik bile yapmış) O’nu kalem memurluÄŸu yaparken hatırlayanlar dönerli koltuÄŸunu saatlerce saÄŸa sola döndürmesini unutamazlar. Yanılmıyorsam bizim daireye oradan gelmiÅŸti önemli deÄŸil. Bir ara özel dershanelerden birinde öÄŸretmenlik yapmıştı. O sıralar üyesi olduÄŸu partiyi temsilen Milli EÄŸitim konulu bir iki panele konuÅŸmacı olarak katıldı. Neden bilmem söylendiÄŸine göre çalıştığı dershaneden çıkışını vermiÅŸler. Mahalli gazetelerden birinde ‘Åžehirden  Notlar’ sütununda yazıları çıkıyordu arada. O sıra baÅŸka bir partiye transfer olduÄŸu kulağıma geldi. DoÄŸruymuÅŸ. Ä°lçe belediye meclis üyesi olduÄŸunu duydum sonra. Resim sergilerinde gördüm bir iki. Sanata ilgi duyduÄŸundan hatta resim çalışmalarından söz etmiÅŸti. General emeklisi olan amcasının resim çalıştığını ilk ondan öÄŸrenmiÅŸtim. Åžu Picasso’yu küçümseyen general emeklisi demek Cumhur Bey’in amcasıydı. Soyadı benzerliÄŸiyle iliÅŸkilendirebilmeliydim halbuki,  takılmamışım demek ki. Ä°yi ki de takılmamışım.

Saatine baktı 

“Vakit epey ilerlemiÅŸ” dedi, kendi bilincinde olgun bir ses ile. “Fazla gecikmemeliyim”

Neden bilmem tuhaf bir sıkıntı yüreÄŸimi burkup bıraktı.

Gizli bir merakla öylesine sordum:

“Bir yere mi yetiÅŸeceksin?”

“Yoo önemli deÄŸil”

O an tereddütü, korkuyu, heyecanı bir arada yaÅŸamanın zorunlu, sıkıntılı sükûnetini hissettim durgunluÄŸunda. Bir anda esrar içmiÅŸçesine sakinleÅŸmiÅŸti. Ölgün bir sükûnetle baygın bakışı belli ki döne dolana hep aynı noktaya gelen bir hayâlde yüzüyordu. Kendini koltuÄŸa iyice bırakmıştı. YavaÅŸ bir hareketle ceketinin düÄŸmesini çözüp elini beline götürdü. GördüÄŸüm bir tabanca kabzası olmalıydı.

“Hâlâ niçin geldiÄŸini bile bilmiyorum. Bir isteÄŸin bir ihtiyacın mı vardı?”

“Yok” dedi hayâllerinden kopmaksızın, “ne olabilir ki. Senden ne isteyebilirim. Hayatım anlatamayacağım kadar karışık geçti. Dostsuz kalan, yalnız ve yardımsız kalan hep ben oldum. Onca acılar, sıkıntılar çekerken kimse elini uzatmadı bana. Hep eleÅŸtirildim hep dışlandım, yıkılmak istendim. Suçum neydi? Ben sandığınız gibi deÄŸilim aslında. Herkesin kendine göre bir görüÅŸü vardır. Önüne gelen beni eleÅŸtiriyor. Ben bu kadar mı kötüyüm?”

“Öyle düÅŸünme. Nasıl söylesem her karşı ya da deÄŸiÅŸik düÅŸünceyi kiÅŸiliÄŸine, varlığına yönelik bir eleÅŸtiri, bir saldırı gibi algılama. Biraz geniÅŸ ol.”

Bakışını bana çevirdi. Nemlenmek üzereydi gözleri

“Åžu an bana ne dedin biliyor musun?”

“Ne dedim?”

“Sen dar adamsın küçük adamsın dedin.”

“Ne alakası var?”

“Biraz geniÅŸ ol, geniÅŸ…Yani geniÅŸ deÄŸilim, yani dar kafalıyım. Ufku dar, açısı dar önemsiz bir adamım. Bana bak bana bak Mehmet bey! Siz buradan bol keseden memleketi, milleti eleÅŸtirirken bu fakir dünyanın yüküne omuz veriyordu. Hâlâ da veriyor. Bu dar kafalı adam palavra sıkmayı beceremez. Ama güvenilmezlikten de bir türlü kurtulamaz.”

“Ä°nsanları anlamak istediÄŸin gibi anlıyorsun. Cumhur Bey artık bunu aÅŸman gerekir, bizi evhamlarınla, kaygılarınla okuma, dinleme. Hiç kimse hiç kimseyi böyle dinlemesin. Bunun için biraz duyarlı olmak bir an karşımızdakinin de haklı olabileceÄŸini düÅŸünmek yeterli.”

 

Yay gibi fırladı yerinden. Masaya bir yumruk indirdi. Gözüne kan yürümüÅŸtü. Ä°ÅŸaret parmağı ile dış kapıyı sertçe göstererek,

“O’mu haklı olacak?”

“O kim?” diye sordum, anlayamamanın ÅŸaÅŸkın boÅŸluÄŸuyla.

“Bilirsin bilirsin. Bir ÅŸey bilmez cahilin teki. Alay ediyor. ‘Tek bildiÄŸim bir ÅŸey bilmediÄŸimdir’ diyor. Sonra da her konuda konuÅŸuyor, hakkımda ileri geri olmadık laflar ediyor. Yok ben kendimi bilmezin biriymiÅŸim de, bilgisiz erdemsizin tekiymiÅŸim de…”

Kalkıp koluna iliÅŸtim, yatıştırmaya çalıştım

“BoÅŸ ver otur. Bir sigara yak bakalım.”

Yüzüme ustura gibi keskin  bir bakış fırlattı.

“Meraklanma ben sakinim. Kendimdeyim. Yoksa sende mi?”

“Ben. Ben ne?”

“Sende mi hakkımda dedikodular yapıyorsun?”

“Ne dedikodusu Cumhur Bey, nereden çıkardın gene.”

“Peki o yazdıkların ne öyleyse? Hayatım, düÅŸüncem, yolum, yaÅŸantım üzerine düÅŸünceler ileri sürüyorsunuz. Size ne benden bırakın yakamı. Bı ra kın…”

“Senin yakanı hiç tutmadık. Hem sonra seni niye yazayım ki? Kendi problemlerimden seninkine sıra gelmez korkma. Yani ben kendimi yazarım.”

Odanın içinde bir o yana bir bu yana bir kaç kez gitti geldi. Sonra kenarından perdeyi azıcık aralayıp dışarıyı kısa bir an süzdü. Acemi serinkanlılığın gizlemeye çalıştığı sinirlilikle saatine baktı.

“Artık bu iÅŸ bitecek havada iyice kararıyor” dedi, kararlı bir sesle.

Silahını çekti.

“Bitecek” diye yeniledi.

“Hangi iÅŸ sen neler yapıyorsun Allah aÅŸkına?”

“Ne yaptığımı biliyorum, en azından kimseye karışmadığımı biliyorum. Demek ki bu da yetmiyor. Karışmak lâzımmış. Belki haklısınız belki siz haklısınız. Ä°ÅŸte ben de karışıyorum.”

“Ne yapmak istiyorsun, ciddi misin?”

“Ä°nancı, onuru, erdemi sizden öÄŸrenecek deÄŸilim.”

Salona çıktı. Açık kapılardan odalara son kez bakındı. Hızla kapıya yöneldi.

“Dur dinle beni, çıldırdın mı sen?”

Durdu. Kalbim güp güp dövüyordu göÄŸsümü. Dilimde damağımda bir kuruma. Ansızın antreye yöneldi. Karışık, dumanlı bakışıyla karşımaydı.

“Sen nesin Allah aÅŸkına? Åžaşırdın mı çıldırdın mı? Bırak bu boÅŸ saçmalıkları, bak saçların diken diken. Bir yanlış yapma sakın. Delilik olur bu. Kendini ve çocuklarını düÅŸün. ‘Artık çok geç’ anlamında başını iki yana salladı. 

“Engel olmaya kalkma bana öldüreceÄŸim O’nu.”

“Aptallık etme otur ÅŸöyle. Hem o kim? Cinayeti çözüm olarak düÅŸüneceÄŸin kadar çıldırtan bir sorunun olmamalı.”  

Dinlemedi bile. Hışımla basamaklardan ikiÅŸer üçer atlayarak indi. Ardından ben de indim telâÅŸla. O taÅŸkalada  not defterimi evde bırakmayı bile unutmuÅŸum. SokaÄŸa çıktık. O koÅŸuyor ben koÅŸuyorum. Sokaklar boyu uzayan gece, geceler boyu uzayan sokaklar ve cinayet için elveriÅŸli bir ortam. Bir sokaÄŸa dalıyor, ben de ardından. Bir iki yanan ışıklarıyla pencerelerinden baÅŸka hepsi sönmüÅŸ ya da yorgun sarı ışıklarıyla çok katlı evler iki yanımızdan  su gibi akıyor. Dar bir sokaktan  bir iki Roma kemeri altından geçerek ilerliyoruz. Bir su kemeri miydi onlar? Åžimdi de bir forumu geçiyor olmalıyız. Bazilika binası sessiz. Skolastik sessizliÄŸi de, gürültümüze katarak akıp giden düÅŸlerle birlikle geride bıraktık. BaÅŸka bir sokaÄŸa dönüyor. Kimseler kimsecikler yok. Aptal adam. Tarihler ve düÅŸünceler boyu soluk soluÄŸa koÅŸturuyoruz. Neler geldi neler getirdi başımıza. Ä°ÅŸ mi bu? Åžu komediye ÅŸu trajediye bak. 

Anlıyordum O’nu. Ama her anladığımı sandığımda boÅŸ bir yanımdan yanıldığımı gördüm. Hep ÅŸaşırttı beni. Hep. Öyle hareketler öyle kabalıklar yapardı ki, artık O’nun bana gerçek bir yük, fazlalık, hatta yanlışlık olduÄŸuna, benim günah meleÄŸim olduÄŸuna karar verdim. Tam da bu anlarımda öyle davranışlarını da gördüm ki, ancak gerçek bir vicdan, merhamet, ahlâk, gerçek erdem öyle yapabilirdi. O’nunla doyasıya dost, doyasıya hasım olamadım. En harareti atışmalarımızı hiç ummadığım, beklemediÄŸim anda ve tarzda iyiliÄŸe iyilikle baÄŸlardı. Sonunda çözdüm sanırım. Tam bir politikacıydı. Ne yapıp edip her yangını söndürecek suyu buluyor, istediÄŸinde ne yapıp edip ortalığı alevlendirmeyi de biliyordu. Öyle ki her ÅŸeyim, tüm kurgum gürrüdek yıkılan duvar gibi çökerdi o zaman. Yeni bir tereddütün ÅŸaÅŸkınlığını yaÅŸardım. Haklı mı haksız mı olduÄŸunu bilemediÄŸim bir noktada, bu çöküntünün altında kalır, kimileyin kendime hayıflanırdım. Anlamakta gecikmedim. Sorunları, ciddi sorunları vardı. Duygumla konuÅŸtuÄŸumda aklımdan, aklımla konuÅŸtuÄŸumda duygumdan yakalıyordu. Hayatımız düÅŸüncemiz üzerine yap boz, deÄŸil deÄŸil ‘kızma birader’ oynuyorduk sanki. Haklıydı. Çetrefilli, macera dolu bir hayatı olmuÅŸtu. Esasen kendisiyle mi geçimsizdi bilmem. Hayâlleri, beklentileri gerçeÄŸi kaldırmaya yetmiyordu. Ciddi olarak kendisi ile olsa, içini dinlese o baÅŸkalarını suçlayan tavrından da sıyrılacaktı belki. ÖrneÄŸin evinde, odasında kendisiyle baÅŸ baÅŸa kalsa. Aynaya, aynadaki yansımasına, kendi gözüyle, nasıl denir kalp gözüyle baksa, yansımasına hiçbir kaygı, kuÅŸku, beklenti bulaÅŸtırmasa, sonra ne bileyim elinden tutup çocuklarını parka götürse,  meselâ tahterevallide birlikte oynaÅŸsalar böyle olmazdı belki. Romanlar, ÅŸiirler okusa, radyo karısının o çok sevdiÄŸi ‘ÅŸimdi uzaklardasın’ ÅŸarkısını çalarken ona eÅŸlik etse. ‘Gönül hicranla doldu/ Hiç ayrılamam derken kavuÅŸmak hayâl oldu.’ Böyle miydi, birlikte mırıldansa belki böyle olmaya bilirdi. 

BaÅŸka bir sokaÄŸa döndü küçük taÅŸlarla döÅŸeli sokağın iki yanında Antik Yunan sütunları sıralı. Neresi bura? Gecenin sessizliÄŸinde çoÄŸalan ayak takırtılarımızı sütunlu caddenin kederli kimsesizliÄŸine bırakarak yıldırım hızıyla uzaklaÅŸtık. Soluk soluÄŸayım. Ä°çimde canı yanmış zehirli bir yılan gibi korkunç belirsizlikler dolanıyor. Agora meydanının direkli portiklerini, ÅŸehir meclisi kalıntısını bir tapınak harabesini uçarcasına geride bıraktık. Gürültümüz gök boÅŸluÄŸunda antik bir yankı buluyor. Takatim kesilmiÅŸti her yanım ter içinde.

Eski, büyük demir bir kapının önünde durduk.

Bitkin soluk soluğa yaklaştım yanına.

“Çıldırdın mı sen?”

“BoÅŸuna geldin beni engelleyemezsin.”

Biraz yüksekçe olan kapının ilk mermer taşına un çuvalı gibi yığıldım.

“Neresi bura, kaç bin yıl geriye getirdin beni?”

“Burası bizim müze. Sana ardımdan gel diyen mi oldu? DoÄŸru ya niye geldin söyle bakalım?”

‘Bir halt karıştıracağından korktum’ diyemedim.

“Başına bir iÅŸ açacağından endiÅŸe ettim. Sen hep başına iÅŸ açtın zaten. Hem kendini hem baÅŸkasını yaktın. Hiçbir ÅŸey anlayabilmiÅŸ deÄŸilim hâlâ.”

“Åžimdi anlayacaksın nasıl olsa. Korkma” dedi, “sana zarar gelmeyecek.”

Karanlık acı bir gülüÅŸ sezinledim yüzünde.

“Beni buraya verdiler en son, burada çalışıyorum.”

“Ne kendin ne de senin için, çocukların için korkmuÅŸtum. Bütün bunlar ÅŸaka deÄŸil elbet. Gene yap boz mu oynuyoruz yoksa?”

Cebinden bir anahtar demeti çıkardı anahtarı çevirince demir kapı geceyi çiziktiren cırlamayla aralandı. Ä°çeri girdik. Müzenin bahçesindeydik. Bir iki sandukayı, birkaç lahiti, bazıları ayakta bazıları yere yatırılmış mermer sütunları, kırık sütun baÅŸlarını, gene ÅŸurası burası kırılmış heykelleri ay ışığında seçebildim. Dolunay kat kat ipekten perdeler gibi gerili bulutların kıvrımları arasından gümüÅŸsü yüzünü bir gösteriyor bir gizliyor. Gökte lacivert bir hışırtı sadece. Çınar ve gül aÄŸaçları zamanları aÅŸan esintiyle tatlı tatlı kımıldıyorlar. Bahçedeki otantik hava ay fısıltısına karışan yumuÅŸak bir lir sesiyle daha da düÅŸselleÅŸtiryor. Bu eÅŸsiz güzelliÄŸi böyle mi yaÅŸamalıydık? Büyüyü bozmadan ilerledik. (kendimi hırsız gibi hissettim nedense) Mermer bir heykelin karşısında durdu. O’da yorulmuÅŸtu koÅŸusunu baÅŸarıyla bitirmiÅŸ bir atletin  huzurlu  yorgunluÄŸuyla derin derin soluyordu. Korkum yerini sonu meçhul bir meraka bıraktı hemencecik.

“Ä°ÅŸte” dedi, “iÅŸte bu adam.”

Mermerden yontulmuÅŸ bir heykel, kaidesine saÄŸ ayağı ile basmıştı biraz geride olan sol ayağının yalnız parmak uçları kaideye temas ediyordu. Yürürken dondurulmuÅŸ bir enstantene. Bol ve çok kıvrımlı elbisesiyle betimlenmiÅŸti; saçı sakalı dağınık başı ileriye bakıyordu. Sizde derinlikli bir düÅŸünme hissi  uyandırıyordu. Eli baÄŸrına bastığı bir kitabı sıkıca kavramıştı.

“Kim bu?”

“Socrat. Socrates!...”

Sıkıca kavradığı silahını Sokrat’a çevirdi

“Hey Cumhur Bey delirdin mi sen?”

Silahı bana çevirdi.

“YaklaÅŸma. OlduÄŸun yerde kal.”

“Yapma dedim, yüzyılların cinayeti olur bu.”

“Hiçbir ÅŸey olmaz. Fazla büyütme sen de.”

Çekti tetiÄŸi.

Silah antik bir boşlukta patladı.

Mermi kalbine isabet etti Socrat’ın. Küçük bir mermer kıymığı düÅŸtü yere. Aynı yerimden acı duydum. O ateÅŸten acıyı elimle bastırabilecek miydim? Yere düÅŸtüm. Ben bir yanda defterim bir yanda. Eyvah düpedüz kan bu sızıntı. Defterin yapraklarına düÅŸüyorlar pıt pıt.

Öfke ve alay karışımı bir edayla:

“Haydi konuÅŸ Büyük Adam” dedi.

Silahını bir daha ateÅŸledi. Mermi başına saplandı bu kez. Az önceki metalik vınlamayla gelen yoÄŸun sıcak sızıyı başımda hissettim bu kez. Yangınsı bir havalanmayla içimden kopup gelen varlığım, yaÅŸama soluÄŸum ÅŸimdi birer ateÅŸ parçası olan kalbim ve kafam arasında ansızın inen birkaç tonluk presin altında kalmışçasına sıkıştı sanki.

“Ä°ÅŸte bu kadar” dedi. “Hak ettin ama bunu. Sana ne, size ne benim kiÅŸiliÄŸimden, dünyamdan. Anladınız mı ÅŸimdi gerçeÄŸi. Karşı konulamaz olanı. Yapraklar arasından sızan ay ışığı oynaşırken nesnelerde, siz maÄŸaralarınızda onların hakikatlerini kavrayabilirsiniz artık. Söyleyebildim deÄŸil mi? Hah hah hah ha ha…

MaÄŸara. O maÄŸaranın hoyratça karıştırılmış ölümcül karanlığı mı ÅŸimdi içimi dışımı saran? Ay beyaz deÄŸil artık, her ÅŸey hayâl meyâl, koyu, dumansı bir bulanıklık içinde. Çok geçmedi. GeçmiÅŸle gelecek, ölümle yaÅŸam rüyayla gerçek arası bir aralıktan kendine güvenen, olgun, cesur bir ses “Hayır” dedi.

“Hayır. Aldanıyorsun küçük adam.”

Derin bir irkiliÅŸle ruhum canlandı yeniden Sokrat’tı bu. Yürürken dondurulan enstantene usulca hareket kazandı. Bakışını Cumhur Bey’e çevirmiÅŸti. Vakurdu. Zaten kaldırmak üzere olduÄŸu gerideki ayağını öne doÄŸru attı. Serin bir rüzgâr üzerindeki yüzlerce yıllık toz toprağı yumuÅŸakça üfledi. Kıpırdayan yaprakların hareketine Sokrat’ın bol kıvrımlı elbisesi de katıldı. Kaidesinden yavaÅŸça indi. Cumhur Bey’e yöneldi. DehÅŸetli bir duraksama olduÄŸu yere çiviledi bizimkini. Cin çarpmış gibi oldu. Gözleri fal taşı gibi açılmış dili tutulmuÅŸtu. Elinden silahı aldı fırlattı.

“Aptal.”

Bana döndü. Ay Sokrat’ın gözlerinden doÄŸmuÅŸtu sanki. Yine beyaz. Tarihsel bir hafifliÄŸin kucağındaydım. Heyecan dolu bir sevince boÄŸuldum. Benim de dilim tutulmuÅŸtu

“Üstat” dedim, baÅŸka bir ÅŸey diyemedim. Engin bir coÅŸku boÄŸazımı düÄŸümlemiÅŸti.

“Hep var olacaklar” dedi. Başımdaki gül yapraklarını silkti usulca.

“Defterini al.”

Defterime uzandım. Oraya da gül yaprakları saçılmıştı. Kırmızı. Aldım ve kalktım.

“Ve hep var olacağız” deyip kaidesine döndü.

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111303010 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net