18-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
Son Eklenenler
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa
BİR ÖĞRETMENİN HAC (1985) ve UMRE (2011) HATIRALARINDAN PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 6
KötüÇok iyi 
Yazar Ercan Arslaner   
12-08-2011
BÄ°R ÖÄžRETMENÄ°N HAC (1985) ve UMRE (2011) HATIRALARINDAN
                                                                                                                                        
                                                    Ercan Arslaner(*)
1-
1985 HACCA GÄ°DÄ°Åž ve YOLDA KARÅžILAÅžTIÄžIM DÜÅžÜNDÜRÜCÜ OLAY                
                                                  
1985 yılı AÄŸustos ayında eÅŸim ve iki çocuÄŸumla "Ford Granada" arabamıza binerek Hac yoluna çıktık. Önce Kilis’ten Suriye’ye girmek isterken yolumuz bizi Urfa taraflarına çekti. Irak’tan yola devam etmek isterken vize engeli yüzünden geri dönerek Kamışlıdan Suriye’ye girdik.
Suriye’ye gelinceye kadar yaÅŸadığımız en önemli hadise bir kamyon ÅŸoförünün söylediÄŸi sözlerdi. Çünkü Suriye sınırdan girmeye engel olmuyordu; fakat ÅŸahıs başına epeyce bir miktar dolar bozdurmayı ÅŸart koÅŸuyordu. Bu yüzden daha önce duyduÄŸum “Irak vizesiz ve bu parayı almadan sınırdan giriÅŸe engel olmuyor .” sözü yüzünden oradan girmeyi deneyecektik. Tabii epeyce kilometrelik yolu devirmemiz gerekiyordu. Bir gündüz, bir geceden sonra Habur kapısındaydık. Iraklı askeri memur “Vizeniz yok, gidemezsiniz.”deyince bütün çizgileriyle çaresizlik yüzüme dökülmüÅŸ.
Hac Yolu sadece zorluklarla deÄŸil, kolaylıklarla da dolu idi. Karşımda bir ÅŸahıs bana bakıyor ve sanki bir ÅŸey söylemek ister gibiydi. Kamyon ÅŸoförüymüÅŸ ama o benim için aynı zamanda HIZIR rolündeymiÅŸ meÄŸer. “Üzülecek bir ÅŸey yok. Buradan Nusaybin’e gidersiniz. Karşıda Suriye’ye ait Kamışlı ÅŸehri var. Nusaybin Türk gümrüÄŸünden çıkar, sonra Kamışlıdan yola devam edersiniz.” dedi. Dünyaya yeniden gelmiÅŸ gibi oldum. Kusursuz Türkçe konuÅŸan kamyon ÅŸoförünün gömleÄŸinde yaÄŸ lekelerinden renk kalmamıştı. Bu ÅŸahsın en görünür özelliÄŸi bir göz hastalığı yaÅŸamış olmasıydı. Çünkü o gözleriyle saÄŸa bakarken ancak yüzünün doÄŸrultusundakileri görebiliyordu. Evrak iÅŸleri bittikten sonra geldiÄŸimiz yolları geri kat ederek Nusaybin’e geldik. Orada Zeynel Abidin Camisi ile karşılaÅŸmaz mıyız? Zeynel Abidin Hz. Ali torunu imiÅŸ. Ayrıca bu çok önemli ÅŸahsın bir fıkıh bilgini olduÄŸunu yıllar öncesinden öÄŸrenmiÅŸtim. Prof. Abdülkadir Åžener Bey. Doktorasını bitirdiÄŸi yıllarda 4 ciltlik bir fıkıh tarihi yazmışlardı ve Ä°slam Dinini daha iyi anlamama sebep olmuÅŸlardı. Bu duruma göre Ä°slam Dinindeki mezhep imamlarının sayısı dört deÄŸil 24 veya 26 0larak gösteriliyordu. Bir Türk kasabasını andıran Kamışlı’dan batı yönünde yol almaÄŸa baÅŸladık öÄŸleye doÄŸru.
Åžimdilerde TV kanalları milli sınırları veya yeryüzünün her yönünü her tarafını en açık ÅŸekilde göstermesine raÄŸmen öÄŸrencilerin CoÄŸrafya bilgileri pek olgun gözükmüyor. TV kanallarında bir bayan her bilgi seviyesinden vatandaÅŸlarımıza yoklama soruları yöneltmektedir. Mesela ”Türkiye’nin en uzun ırmağı, nehri hangisidir? “ gibi. Sorulanların belki 1/3’ ü  “Nil Nehri” diye cevap verdiler.
Oysa ben anlamıştım ki artık Åžam yolu üzerinde idik. Aynı zamanda bu ülkede Åžam’a gitmeyen bir yol yoktu zaten. Bu ülkeyi en geniÅŸ köÅŸegeni ile Palmyra, Deyrizor ÅŸehirleri üzerinden geçerek yolumuza devam edecektik. Palmira ÅŸehrinden geçerken bir Roma abidesi ile karşılaÅŸtık. Bu, yalnız iskeleti kalmış bir Roma kışlasının harabesi idi. Üç veya beÅŸ katlı idi ve sarı taÅŸlardan yapılmıştı. Birbirine baÄŸlı olmalıydı ki bir iskelet gibi ayakta kalmıştı. Roma’dan bugünlere kadar yaÅŸamış olmak olaÄŸanüstü bir hal idi elbet. Suriye’nin bu bölümleri kumlarla kaplı idi. Bu kumların renkleri çok güzeldi ve elinize aldığınız zaman hiçbir toz tanesi ile karşılaÅŸmazdınız.
2-
FAZÄ°LETÄ°N ANA KAYNAÄžI ALLAH KORKUSUDUR
 Zifiri bir karanlıkta yolumuza devam ediyorduk ve direksiyonda büyük oÄŸlum Ä°lhami vardı. Arabada birden bir sarsıntı oldu önce. Sanırım o sırada sevgili Ä°lhami uykuya daldığı için yönünü kaybetmiÅŸti. Gecenin saat 22’leriydi. Yolun hafif saÄŸa döndüÄŸü yerde biz doÄŸru gitmiÅŸiz. Åžarampolden sol taraftaki düzlüÄŸe çıkınca durduk.  Ben hemen “Bir ÅŸey yok yavrum!” dedim. Suriye’ye girinceye kadar epeyce sıkıntılar çekmiÅŸ ve her defasında bir çıkış yolu bulmuÅŸtuk. Bunun için olacak ki adeta sıkıntıya uÄŸramaya ve sonra kurtulmaya alışmıştık.
ÅžaÅŸkınlıkla etrafa bakınırken uzaklarda bize doÄŸru gelen bir ışık parıltısı gördüm. Bu arada sol karşımızda bir biçerdöver makinesini fark ettim. Tabii gözüm uzaklarda bir yandan. Esrarengiz bir ışık damlası bata çıka hareket halinde idi. Zaman geçtikçe ışık tanesi büyüyordu. YavaÅŸ yavaÅŸ onun arkasında bir insan görüntüsü belirmiÅŸti.
O anda hiçbirimiz hiçbir ÅŸey düÅŸünemiyorduk. Hâlbuki düÅŸünülecek neler vardı. Arabamız bir ÅŸarampolden geçmiÅŸti. Oradan geçerken ön veya arkamızdan diÄŸer bir araç gelseydi ve bir çarpışma olsaydı, dünyamız gecenin karanlığında cehennem karanlığını aratmaz hale gelirdi. Çok ÅŸükür ki bunlardan hiçbirisi olmamıştı, ne taÅŸla ne bir aÄŸaç kütüÄŸüyle karşılaÅŸmamıştık, çarpışmamıştık. Kıymetli zevcem, çocuklarımızda hiçbir çizik bile yoktu. Åžimdi hepimizin gözü uzaklarda beliren bir kıvılcıma yönelmiÅŸti. O bizim için bütün Ä°slam dünyasını kuÅŸatan bir büyük sembol olacaktı biraz sonra. Bu dünya 20.21.asırda belki teknolojinin son buluÅŸlarına sahip deÄŸil ama Ä°slami belirtisi görülen insanlar birbirlerini kucaklamayı biliyorlardı.
Gece karanlığının uçurumları arasında beliren ışık bizim için yine Hızır oldu. O, acaba bir yıldız böceÄŸi mi idi. Hayır, hayır deÄŸildi. Çünkü o gitgide büyüyordu. Onu getiren ÅŸahıs henüz belirsizdi. BeÅŸ-on dakika içinde kısa boylu zayıfça bir ÅŸahıs karanlık içinde ortaya çıktı. Önce “EÅŸhedü enlailahe ilallah!” dedi Bu sanki bir parola idi. “Ben Müslüman’ım, benden emin olun, size bu karanlığın içinde benden size hiç zarar gelmez.” Demek istiyordu. Hemen beni “Ahi, kardeÅŸ!” sözleri arasında kucakladı. Elindeki lamba ile alelacele hemen otomobilin altını inceledi ve “Çok ÅŸükür yok bir ÅŸey, elhamdülillah!” dedi. Durumu anlamıştım. Motorun bir taÅŸa çarpıp çarpmadığını kontrol ederek çok seviniyordu. Hâlbuki ben de en az onun oradan benzin istasyonunu iÅŸlettiÄŸini öÄŸrendiÄŸim bu ÅŸahıs “Biz kardeÅŸiz!” diyerek niyetinin Ä°slami düÅŸüncelerle bize yardım etmek olduÄŸunu gösterdi.
O, aslında Mısır’dan Suriye’ye gelmiÅŸ ve bu ülkede evlenmiÅŸ, benzin istasyonu iÅŸletiyormuÅŸ. Her hareketi ile çevresine güven veriyor  “Ahi, kardeÅŸ!”  Sözleriyle hiçbir endiÅŸeye mahal vermiyordu.
“Benzinlikte bu gece dinleniniz sabah yola devam edersiniz.” diyerek nezaketini gösterdi. Sabahleyin uyandığımızda bahçelik, baÄŸlık bir yerde olduÄŸumuzu gördüm. Bir tarhana çorbası piÅŸirdik ve kahvaltı yaptık. Benzinci, ailesiyle burada oturuyordu. Onlara veda ederken Ä°slam kardeÅŸliÄŸinin hayal olmadığını sevinç ve ÅŸükürle gördüm. Bu olayın cereyanından önce bazı insanlarla Ä°slam Dinide “Kavmiyetçilik” olmayacağı konusunda epeyce tartışmalar yapmıştık Bu hadise herhalde onlara bir örnek tekil etmeliydi.

3-
RABITAT-ÜL ÂLEM-Ä° Ä°SLAMÄ°
Bu arada en dikkate deÄŸer bir olayı Rabitat-ül Âlemi Ä°slami’de 15 gün misafir kalmamızdı. Hazret-i Hızır peÅŸimizde idi. Çünkü Mekke’ye kadar gittiÄŸimiz arabayı orada park yerinde bırakacaktık. Sonra… Sonra da Amerikan tipi otobüslere binerek Mekke’ye geldik ve AÄŸustos öÄŸlesinde otobüsten indik.
Åžimdi hanım “Sen zaten iÅŸini önceden ayarlamazsın, biz nereye gideceÄŸiz ÅŸimdi?” diyerek benimle tartışmaya baÅŸladı. Ben de o anda belki hayatımın en önemli sözlerinden birini söyledim ”Burası Allah’ın evidir. O bizi ortada bırakmaz. “ derken Almanya’dan Mekke’ye kadar gömleÄŸimin cebindeki adres kâğıtlarına uzandım. Onlardan birinde Memduh Bey’in adresini buldum.
Almanya’da yaÅŸayan bazı Müslümanlar her üç ayda bir Münih camisinde toplanarak sohbetler yaparlardı. Bu iÅŸte en önemli etken Elektrik mühendisi Dr. Mahgeri idi. Orada konuÅŸulan konulardan birinin Ä°slam kardeÅŸliÄŸi olması çok tabii idi. Konunun iÅŸlenmesi sırasında Mısırlı Memduh Bey aynen ÅŸöyle söyledi:
—Baylar, bayanlar, kusura bakmayın ama ben geçen bayram hepinize tebrik gönderdim ve bir kiÅŸi hariç kimseden cevap alamadım. MeÄŸer cevap gönderen tek ÅŸahıs benmiÅŸim. Önce Allah’ın, sonra bu ÅŸahsın yardımı ile Rabıtat-ül Âlemi Ä°slami’de yer bularak 15 gün orada misafir olduk.
Yalnız deÄŸerli okurlara Münih Camisi hakkında biraz bilgi vermeliyim: Bu cami Münih’in doÄŸusunda Freimann denilen bir bölgede bir otoyol kenarında idi. Ayrıca yol ile cami arasından pırıl pırıl akan bir çay vardı. Caminin geniÅŸ avlusu kenarında okul, misafir, konferans ihtiyacını karşılar her ÅŸey vardı. DiÄŸer önemli bir yanı kubbesinde camisi olmasıydı. Resmi olmayan bilgime göre cami Kaddafi ve diÄŸer Müslüman liderlerce yaptırılmıştı.  
Rabıtat-ül Âlem-i Ä°slami’de Yakup Hoca ve Romanya’dan gelen diÄŸer Türk soylu insanlarla tanıştım. Yakup Hoca, 20-30 kiÅŸilik bir Romanya hacılar grubu içindeydi. Henüz ÇavuÅŸesko zamanlarıydı. Libya hükümetinin yardımıyla bu ÅŸahıslar hacca gelmiÅŸlerdi ve hepsi de Türk.
Onlar arasında Yakup Usta farklı bir insandı Köstence’de Müslümanlara imamlık edermiÅŸ. Libya hükümetinin yardımıyla bu grup hacca gelmiÅŸ. Ben onlara rastladığımda Yakup Usta hasta yatıyordu. Çevresindekilerden biraz ÅŸikâyetçi idi. KonuÅŸmalarımız ilerleyince bana güvendiÄŸini ve bir emaneti olacağını söyledi.
Onlara Kaddafi tarafından verilen dolarları Romanya’ya geri götüremezlermiÅŸ. Bunun için bana 100 Dolar vermek istediÄŸini ve bunu NiÅŸantaşı’nda (Ä°stanbul)’da ikamet eden Faik Kuvvet adlı kardeÅŸine ulaÅŸtırmamı istedi. Ben ise geri dönüÅŸümden hemen sonra emaneti yerine getirdim.
Bu noktada düÅŸünmemiz gereken bir ÅŸey olabilir. Yakub Usta kendisiyle gelen 19 Romen vatandaşı Türk’e güvenmiyordu ve “Bunların hepsi komünistti maalesef Yakup Hoca’nın ifadesine göre.” Bu arada Suriye ‘de karşılaÅŸtığım Mısırlı Müslüman’ı burada anmakta fayda var.
 Almanya’dan gelirken yolda otomobilleri bozulan Türk iÅŸçilere Yugoslavların yaptığı haksızlıkları üzüntüyle dinlemiÅŸtim. Ä°ÅŸin daha kötüsü Ä°zmit Uzun tarla denen yerde pek çok vatandaşımızın çanta ve paraları çalınmıştır. Aaaah efendim. Gümrük olaylarına ne dersiniz. Ä°ÅŸin iç yüzünü bilenler derler ki “Gümrükteki kanun dışılıkları sadece GÜN SAZAK Ä°simli Bakanımızın hayatı pahasına engelleyebildiÄŸini duymuÅŸtum birilerinden. Almanya’dan gelirken iÅŸçilerin ödedikleri kanun dışı paralarla belki Türkiye birkaç defa yapılabilirdi. O günden bugüne çok düzelmeler olmuÅŸtur inÅŸallah.
Şahsen iki tipik olayla karşılaşmıştım:
a)Elimde bir bavul tipli dikiÅŸ makinesi vardı.”Buna 100 DM vereceksin” dedi memur bey.
b)Resmi kıyafetli bir memur Gümrük Muhafaza’dan imiÅŸ. Pasaportumu istedi ve verdim. Ä°ki defa istediÄŸim halde geri vermedi. Bir saatten sonra ancak geri alabildim.
Yukarıdaki bazı satırlardan da anlaşılacağına göre “FAZÄ°LETLE KAVMÄ°YET ARASINDA DOÄžRUDAN Ä°LGÄ° YOKTU. ZATEN BÖYLE BÄ°R Ä°LGÄ° OLSAYDI Hz. Peygamber Ä°slam’ı tebliÄŸ ettiÄŸi için bütün Araplar Müslüman olurdu. Onun en iyi dostları Arap kavminden olduÄŸu gibi bir kaşık suda onu yok etmek isteyenler de Arap soylu idiler.  
4-
HACCIN ÇOK ÖNEMLÄ° DÄ°ÄžER BÄ°R YÖNÜ
Rabıtat-ül Âlemi Ä°slami’nin amacı dünyadaki Müslümanları birbiriyle tanıştırmakmış. Fakat bunun yanında bizzat tanık olduÄŸum konferanslar çok faydalı idi. Ä°manın ebetteki çok önemli bir yönü insanın özellikle gök boÅŸluÄŸu ve içindeki cisimleri düÅŸünmek olabilirdi. Çünkü Ä°slam DÜÅžÜNCE ‘yi övmekle bitiremeyen bir dindi. Ä°nsan imanına uzay boÅŸluklarında açık kapılar arayan düÅŸünce yolları yalnız yeryüzünde veya yer derinlikleri içinde olmazdı; gökyüzü de her yönüyle bazen bulutlarından gelen rahmetiyle (yaÄŸmuruyla) cıvıldayan kuÅŸ seslerindeki ahenk güzelliÄŸiyle ne kadar düÅŸündürücüdür. KuÅŸların yalnız ses ahengi mi? Kanatlarındaki renk cümbüÅŸü insanları en derinden kendine cezp etmez miydi?
Almanya’da Nürnberg ÅŸehrine 22 Km. mesafede bir köyde güneÅŸli bir ikindi sonrasında ailemle bir kır gezintisinde idim. Yeni sürülmüÅŸ bir tarla kenarından geçerken biraz ilerde saÄŸ tarafına yatmış bir kuÅŸ dikkatimi çekti. Öylesine sessizdi ki elle yakalanır durumdaydı sanki. Yanına yaklaşırken birden parladı ve uçtu. Fakat benim gözlerimde kalan rengi baÅŸta yeÅŸil sonra siyah ve kırmızının en güzel karışımı idi. MeÄŸer o bir sülün kuÅŸu imiÅŸ. Gökyüzü yalnız kuÅŸlarının rengi ile güzel olamazdı ki. Buyurun turnalar…. UçuÅŸ düzenlerindeki güzellikler ve sesleri… Ya bulutlara ne derdiniz? Maviliklerindeki güzellik, yıldızlarındaki gümüÅŸi renkler ve Samanyolu….Ä°nsanlar uzaklığı da en iyi dünyanın gezegenlere uzaklığı ile tanıyorlardı. Hele gezegenler sonrasındaki sonsuzluklara ne diyecektik? Bizim gezegenler dünyamız ABD’de yazılan bir eserde yana yıkılmış bir armut gibi gösterilmiÅŸtir. Fakat daha sonrası nereden neye gitmektedir? Bir muazzam sonsuzluk deÄŸil bu; aynı zamanda kavranılmaz bir sonsuzluk… Bu sonuçların gideceÄŸi bir yön yok mudur? Åžüphesiz vardır ve o doÄŸmuÅŸ ve doÄŸacak insanlar öncelikle düÅŸünmek ve hayra yönelmekle görevlidir. Hayra bilhassa birlikte yönelmenin deÄŸerini anlatmak ne kadar önemlidir.
Sonra efendim yaÄŸmur nasıl Allah’ın rahmeti idiyse, gökyüzünün her yönü da bizim için rahmetle doluydu. TV haberlerinden öÄŸrendiÄŸime göre bir ABD uydusu güneÅŸin en yakınındaki bir gezegene kadar gitmiÅŸtir. Tüm bu teknik geliÅŸimlerde Müslümanların payı he kadardır?
Hac gecelerimizde Mekke’de bu ve benzeri konferanslar dinlemiÅŸtik. Hatta gönül isterdi ki bir yandan Müslüman ülkeler gök bilimlerindeki ilerlemeleriyle insanların imanlarına katkıda bulunsunlar; öte yandan diÄŸer geliÅŸmiÅŸ ülkeler kendi katkılarıyla aynı geliÅŸimleri daha fazla büyütebilsinler. Tüm bu artışlar için hac en uygun zeminleri saÄŸlayabilirdi. Daima yapılacak karşılaÅŸtırmalarla biz neredeyiz, ötekiler nerededir, bunları anlayabilseydik.
5-
2011 UMRESÄ°
Çevreden “Umre” sesleri geliyordu. Hac’dan geliÅŸimizden sonra 26 yıl geçmiÅŸti aradan. Kim bilir iki ÅŸehrin (Mekke ve Medine) dış görüntüsünde hangi enteresan deÄŸiÅŸiklikler olmuÅŸtur. Acaba ZEMZEM suyunda da bir deÄŸiÅŸim olmuÅŸ mudur? Kendisini görmeden söyleyebilirdim ki onun lezzeti aynı kalmıştır. Aksine bir durum olsaydı yayın araçlarıyla duymuÅŸ olacaktık. Hz. Ä°brahim zamanlarında tepinen oÄŸlu Hz Ä°smail’in ayakları altından çıkışından beri aynı yerlerden sürekli kaynayarak çıkan bu eÅŸsiz su daima aynı özellikleriyle gelmiÅŸ olmalı ki hiçbir ÅŸikâyete de rastlanmamıştı. Bu güzel su hacıların veya umrecilerin ellerinde bütün dünyaya taşınıyordu. Özellikle rengi çok parlaktı.  Anadolu ‘da kaynayan sular içinde rengi simsiyah bazı böceklere rastlamışımdır; fakat zemzem içinde hiçbir böcek görülmezdi. Onların siyah renkleri de bu suların duruluÄŸunu ortaya çıkarırdı.
Bunları söyleyip geçmek bizim için hangi önemi taşıyabilirdi. Tüm bu güzelliklere layık olan insanlar onun hakkını nasıl ödeyebilirlerdi? Bence bunun tek bir yolu vardı. Mekke’ye gelen veya gelemeyen Müslümanlar kiÅŸisel veya toplumsal eÄŸitimlerinde en ileri safhayı hedef almalıydılar. Çünkü geliÅŸimin her zirvesi eÄŸitimden geçiyordu. Gönül daha neler istemezdi. Çünkü zemzem nasıl yeraltından gelen bir güzellikse petrol de öyle deÄŸil miydi? Belki bir Arabî yetkili petrolü eÄŸitim amaçlı kullanmak amacıyla diÄŸer Müslüman halklı ülke genç ve bilginlerine burslar vererek geniÅŸ çaplı bir geliÅŸime hizmet edebilirdi.  Fakat bunu söylerken doÄŸrusu Raif KaradaÄŸ’ı anmadan geçemiyorum.”Petrol Fırtınası “ adlı eserini yazdıktan sonra çok yaÅŸamamış bu aydınımız. Hem de hiç hasta olmadan kaybolup gidivermiÅŸ bu dünyadan!!!!!!!!
Raif KaradaÄŸ’ın petrolün önemini anlatan eserinden yıllar geçtikten sonra Huneyn vadisi yolundayız. Yolun saÄŸ tarafında üç metre yüksekliÄŸinde uzun bir duvar örülmüÅŸ. Duvarın TC. Milli EÄŸitim Bakanlığınca okul yapmak amacıyla inÅŸa edildiÄŸini gördük. Fakat okulun ne zaman yapılacağına dair hiçbir iÅŸaret de görünmüyor. Bu iÅŸ keÅŸke önce bir Türk-Arap iÅŸbirliÄŸi olsa, sonra bütün dünyaya açık olsa… Masraflar elbette petrol geliriyle saÄŸlanacaktır. Bu bir rüya mıdır? Elbette hayır. Tarih kitaplarının sayfaları arasında önemli insanlara rastlanır. Buradaki yüce insanların tekrarı için insanlar dua baÅŸta olmak üzere her gayreti göstermeli.
  Yukarda bahsini ettiÄŸim her olayı yerinde görmek için pasaportu almalı ve yola çıkmalıydık. Almanya’dan gelen bir komÅŸumuza durumu açtık. Onlar da bunu hemen kabul ettiler. Hemen hazırlıklara baÅŸladık. GideceÄŸimiz gün ortaya çıktı 14 günlüÄŸüne Medine ve Mekke’de olacaktık.
EsenboÄŸa’dan 4. kafileyle biz dört kiÅŸi bir uçak dolusu umreci arasında gökyüzündeydik. Suudi Arabistan hükümetine ait bir uçakta eÅŸim Selma, komÅŸularımız Fehmi Bey ve Emine hanımefendilerle bir süre sonra Medine’de olacaktık. Uçakta yolculara gerekli bilgilerin veriliÅŸinden sonra sonradan Ä°zmirli olduÄŸunu öÄŸrendiÄŸim bir ÅŸef hostese kısa bir konuÅŸma yapıp yapamayacağımı sordum. Kısa olmak kaydıyla konuÅŸunuz cevabını aldım. Mikrofon uçağın en arkalarında idi. Önce Doç. Dr. Halil AltıntaÅŸ, Dr. Muzaffer Åžahin tarafından hazırlanan Mealdeki (Bakara 165)  metnini görelim: ”Ä°nsanlar arasında Allah’I bırakıp da ona ortak koÅŸanlar vardır. Onları Allah’ı severcesine severler. Müminlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uÄŸrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduÄŸunu ve Allah’ın azabının pek ÅŸiddetli olduÄŸunu bir bilselerdi.” Görüyoruz ki burada insanın yücelmesi en baÅŸta Allah sevgisiyle olacaktır ve azapların en çetini Allah’a aittir. Sevgilerin en yücesinin O’na ait olması gerektiÄŸini elbette itaatimizle anlatabiliriz; özellikle hukuk konularındaki baÄŸlılık Allah’a baÄŸlılığın en önemli göstergelerindendir. Karşı tutumdakiler baÄŸlılıklarını resimlerle ifade ederler. Yaptıkları bazı törenler de birer göstergedir. Bunlardan Azteklerin dini törenleri oldukça korkunçtur.    
Söze devamla insanlar birbirlerini sevmedikçe mümin olamayacaklarını ve mümin olmadıkça da cennete giremeyecekleri hadis rivayetini söyledim.
Umre gibi önemli bir ibadete baÅŸlarken bu bilgileri tekrarlamakta fayda gördüm, Bunları ifademden sonra grup baÅŸkanı imamlardan hiçbiri tebrik bile etmediler. Böyle bir tebrik kültürel zenginlik, sevgi, saygı gibi yüksek kültür eseri olabilirdi.  
Uçağımız 01.30’da kalksa da meydandan çıkış epeyce uzun sürdü. Tam vaktinde alandan ayrıldık. BindiÄŸimiz otobüsler gün doÄŸarken otelin önüne gelebildi. Her taraf yüksek katlı otellerle doluydu. Biraz ileride Mescidi Nebevi görülüyordu. Yeni yapılmış oteller dışında ise her tarafta inÅŸaat vinçleri görülüyordu.
6-
MEDÄ°NE’DEYÄ°Z
 Yıl 1985’te gördüÄŸüm Mescidi Nebevi avlusu ile bugünkü arasında büyük farklar vardı. Tüm avlu mermerlerle kaplanmıştı. ÇoÄŸunluÄŸu BangladeÅŸliydi temizlik iÅŸçilerinin. (BangladeÅŸ’e kafiyeli olarak  “kardeÅŸ’le” hitap ediyordum onlara. Avluda yönlerin belli olması için tuvaletlerin yanlarına 1’den ….e kadar büyük rakamlar yazılmıştı. Avlu altında ise her yer tuvaletler ve abdesthanelerle dolu idi. Avlu ve mescit içinde bol miktarda zemzemler ziyaretçilerin içmesine hazır halde idi. Bütün mescit kırmızı halılarla kaplanmıştı. Peygamberimizin kabrinin ön tarafında iki adet minber vardı ve birinin Hz. Osman’a ait olduÄŸunu orada öÄŸrendimse de bu bilgi kesin deÄŸildi. Kabre en yakın bir yerde namaz kılmanın büyük mükâfat getirdiÄŸini duyduk. Türbeye yaklaÅŸtıkça namaz kılan müminlerden ileri geçmek çok zordu. Müslümanlar daima orada namaz kılmanın ecrini almak istedikleri için yer bulmakta zorluk çekiyorlardı. Bu zorluk elbette karşılıksız deÄŸildi.
Kabri çeviren avlu üzerinde büyük ÅŸemsiyeler vardı. Åžemsiyeler ihtiyaca göre açılıp kapatılıyordu.  Rahatsız eden bir güneÅŸ varsa vereceÄŸi gölgelik buna göre ayarlanıyordu. Onlar açıldıkları zaman dev mantarları andırıyordu.
Burada en önemli bölüm peygamberimizin türbesiydi elbet. Onun yanında askeri kıyafetli görevliler bekliyordu.
Ziyaretçilerden duyduÄŸumuza göre güya orada dua edenlere bu askerler itiraz eden tavırlar takınırmış. Hâlbuki Müslümanlar peygamberimizin Makam-ı Mahmud’a yükselmesi için Allah’a dua etmeliydiler. Yüce Resulün adı anılınca “Allahümme salli ala seyyidina ve nebiyyina Muhammed (Efendimiz ve peygamberimiz üzerine dua olsun” demek Müslüman’ın görevi deÄŸil midir? Cehaletin kör gözü insanların gözünü de kör ediyor.
Orada en önemli yerlerden biri de Cennetül Baki idi. Bu iki önemli kelimenin anlamı Cennet’in geri kalan kısmıdır. Daha geniÅŸ anlamıyla Cennet’e layık olduÄŸuna hüsnü zan edilenlerin bulunduÄŸu kabirlerdir. Oraya ziyaret için gittiÄŸimizde Türkiye’den gelen bir hanımlar grubu orada idi. ÖÄŸrendiÄŸime göre bu grupta çok sayıda insan bulunuyordu. Onların büyük kısmı hanımlardan ibaretti. Ayrıca grubun lideri Mahmut ToptaÅŸ adında biri idi. Gelen bilgilere göre müritlerin %75’i Arapça bilirmiÅŸ. Bu müritler aslında bir takım insanlara inat aslında aynı %75 nispetle veya %100’ü ile Ä°ngilizce de bilseydiler. Zaten orada insanlar ya Arapça veya Ä°ngilizce konuÅŸtukları için ziyaretçiler de buna hazır olmalıydılar.
Çevreyi dolduran insanlar Avustralya, Endonezya, Malezya, Çin, Japonya doÄŸu sınırından itibaren batıya doÄŸru sürüp gelen ülke Müslümanları hacda yer bulamıyorsa ÅŸimdiki zamanda Umre ile yüce Nebi’nin ziyaretine gelmektedir. Bu ziyarete gelenlerden biri de Divan ÅŸairi Nabi idi ve “Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-u hüdadır” mısralarını ne güzel söylemiÅŸti. Ä°stanbul’dan çıktığı hac yoluna at ve develer sırtında gelmiÅŸti.
Åžimdiki yolculuklar çok kısalmış ve rahatlamıştır.
7-
HACC VE UMRE’NÄ°N BÄ°LÄ°M YÖNÜ
Umre ÅŸüphesiz önemli bir ibadettir. Fakat bu ibadetin dini yönüne baÄŸlı olarak oraya gidenlerce yerine getirilmesi gereken bilimsel yönleri de olmalıydı. Oraya giden
Åžahıslar ya kendileri çevrelerine alacakları insanları bir öÄŸretmencesine eÄŸitmeliydiler veya iÅŸin daha dikkat çeker yanı Türkiye’den giden hocalar oradaki insanları çevrelerine alarak sohbet panayırları yapmalı deÄŸil midirler? Ä°ÅŸi biraz daha geniÅŸletirsek oraya özellikle astronomi (gökbilim) bilginleri götürmeli ve onların konferanslarıyla halk aydınlatılmalıdır. Bunlar:
a) Dünyanın mevsimsel hareketleri olabilir.
b) Dünyanın kendi etrafında ve güneÅŸ etrafındaki hareketleri olabilir.
c) Dünyanın hareketlerindeki hareket sebepleri olabilir. Bu soruda dünyanın sürekli hareket sebepleri incelenebilir.
d)Gökbilimleri her yönüyle incelenirken diÄŸer gezegenlerde gözden geçirilebilir.
 e) Gökyüzünün sonsuzluÄŸu üzerine de ziyaretçiler düÅŸündürülse hiç fena olmayacaktır.
Böylece din ve bilim bir arada da ziyaretçileri kavrarsa hiç fena olmaz. Elbette bunlar zamanın müsaadesi nispetinde yapılır veya henüz oraya gitmeden önce gerekli hazırlıklar yapılır.
7-
MEDÄ°NE’DE TARÄ°HÄ°N SESLERÄ°
Mescidi Nebevi ziyaretimizin ikinci gününde idik. Bir namazı bitirmiÅŸtik. Arkadaşıma: “Çevreyi ÅŸöyle bir kolaçanla yararlı fikirler arasak!” dedim. Ä°ki adım atmıştım ki sanki benim amacımı yüzümden okuyan bir hemÅŸehri ile karşılaÅŸtım. BoÄŸazında ayyıldız takılı bir kimlik olduÄŸu için birbirimizi tanımak zor olmuyordu.
O bana “Bakınız bu beyefendi Sultan Abdulhamid’in üçüncü nesilden torunu Harun OsmanoÄŸlu’dur” dediler.
1985 yılı hacılarımızda benzer olaylarla karşılaÅŸtım. Salih Özcan adlı bir bey Hilal adıyla bir dergi çıkartırdı bir zamanlar. Hac gecelerinde konferanslar verildi. Konular genel olarak astronomi idi. Salih Bey’in yeÄŸeni Mekke’de çalıştığı için bize Türkçe tercümanlığı yaptı. Genel olarak bilgiler Avrupa’da astronomi üzerine verilen bilgilerdi. Çünkü bu bilgileri Almanya’dan biliyordum. Almanya’nın fazlalığı bir Planetaryum’du. Orada tüm gezegenler bir kubbe içinde gösteriliyordu. Aynısı Mekke’de de yapılır ve hüccac düÅŸündürülebilirdi. Ä°slam dini insanın düÅŸüncede odaklaÅŸmasını ÅŸiddetle istiyordu. Çünkü düÅŸünmeyen insan, kiÅŸisel veya toplumsal iliÅŸkilerde etkili olamazdı.
Bir toplum ancak Ä°slam Dini etrafında ve Ä°slami bilgi ile toplanırsa anlam taşıyabilirdi. Aksi halde tankına tapuna dayanırsa bu silahlar çevresine ölüm saçardı.
Tarihi bir aile etrafından birisi ile karşılaÅŸacak benim için fevkalade bir olaydı. Benden 10 yaÅŸ büyük olduÄŸunu anladığım beyefendinin elini öptüm ve tarihi sohbetlere baÅŸladık. Devamlı hakkı yenen bir padiÅŸahın oÄŸlu Selim, onun da oÄŸlu Abdulkerim olduÄŸunu öÄŸrendim. Harun Bey’in babası Abdülkerim imiÅŸ. Abdülkerim Bey bir zamanlar Orta Asya Türklerini toplamaya çalışmış. Fakat Çin, Rus; Japonya hükümetleri buna izin vermemiÅŸler. Abdulkerim Bey sonra ABD’ye gider. Oradaki bir toplantıda sırtından vurularak ÅŸehit olur. ABD onun intihar etiÄŸini savunur. Sırtından vurulan bir insana “Müntehir” demek elbette bir deli saçması idi.
Harun Bey Suriye’de Arap Dili Edebiyatı okur, sonra Ä°stanbul’da Arabistan konsolosluÄŸunda 30 yıl memurluk yapar. Åžimdi emekli bir memur olarak Ä°stanbul’da yaÅŸamaktadır.
Ä°kinci günde de sohbetlerimiz devam etti. N. Fazıl Kısakürek’in Türkiye’de Abdülhamit’i tanıtma hizmetlerini yakından bildiÄŸim için bunları anlattım. 1960 yıllarında Türkiye’de çıkarılan YAKIN TARÄ°HÄ°MÄ°Z dergisini de Abdülhamit’le ilgili bir olay olduÄŸunu okumuÅŸtum. Bir ÅŸahıs Ä°ngiltere’de denizaltı projesi geliÅŸtirmek ister. Bunu duyan Abdülhamit onu Ä°stanbul’a getirtir ve üç sene çalışmasını saÄŸlar. BildiÄŸimize göre denizaltı Çanakkale savaÅŸlarında düÅŸman tarafın iÅŸine çok yaramıştır.
Denizaltı ve özellikle Avrupa’dan gelen trenleri Mekke’ye kadar götüren bu insan için okul kitaplarına yazılan iftiraları okumak vicdanlı insanların başını feci ÅŸekilde döndürecektir.
BilindiÄŸi gibi zamanımızda Hızlı trenler ülkemizde geliÅŸmeye baÅŸlamıştır. Ne yazık ki bu trenler Almanya’da 50 sene önce ülkenin doÄŸu ve batısını birleÅŸtirmeye baÅŸlamıştı. Ülkemizde bu birleÅŸme olayları kara, deniz ve hava yolları ile gerçekleÅŸtirilse idi kötü niyetli insanların kalplerindeki ÅŸeytan kımıldayamazdı
 Buradaki kol bir dünyanın en büyük insanına aitti. Kastedilen büyüklük ÅŸüphesiz boy pos büyüklüÄŸü deÄŸildi. O yüce insan daha küçüklüÄŸünden itibaren olaÄŸanüstülükler gösteriyordu. Mesela Hilfülfudul’la ne kadar sosyal olduÄŸunu gösteriyordu.
Bir defasında yerinden alınan Hacer-ül Esved’i tekrar yerine koymak isteyince kabileler bu iÅŸi kendileri yapmak isteyince büyük bir kavga ile burun buruna gelirler. Birileri Kâbe kapısından içeri ilk içeri girenin hakemliÄŸini önerir. Ä°ÅŸte o sırada içeriye Muhammed Mustafa adında bir genç girer. (Ve bu gencin o zamanlarda bile emin bir insan olduÄŸunu herkes biliyor ve kabul ediyordu.) aynı zamanda çok zeki bu genç Hacerül Esved’in bir örtü üzerine konmasını ve kabile reislerinin onu tutmasıyla taşın eski yerine konmasını önerir. Kavga önlenmiÅŸ ve insanlar ferahlamışlardır.
Bu yüce insan kendisine vahyin geliÅŸiyle büyük eziyetler katlanmak zorunda kalmış, ÅŸimdi kabrinin bulunduÄŸu yere doÄŸduÄŸu Mekke’den Allah’ın emriyle hicret ederek gelmiÅŸtir. Fakat khicret etmekle de kurtulamamıştır. Ellerindeki parsayı kaçırmak istemeyenler onu izleyerek ortadan kaldırmak isterler. Fakat bu yüce insan kendisine emanet edilen bayrağı her zorluk altında yerine dikmeyi bilmiÅŸtir. Kâbe’nin fethinden sora büyüdüÄŸü, çocukluÄŸunun yaÅŸadığı yere dönebilirdi. Fakat o bu ağır yükü taşıdığı yerdeki insanlara büyük vefa göstererek ikinci yurdundan ayrılmadı.
Bazı insanlar iman kavramıyla oynayarak Hz. Peygamberin inandıklarının doÄŸru olmayacağı propagandasını yapıyorlardı. Sanırım Hz. Ali’dir ki “Ben onun inandıklarına inanmakla hiçbir ÅŸey kaybetmem; ya inandıkları doÄŸru ise sizin haliniz nice olacak?” der. Bu insanlar dünyadan hiç eksik olmadı ve kıyamet kopana kadar da eksik olmayacak.
O yüce peygamber büyük bir öÄŸretmendi. Yeryüzünde milyonlarca öÄŸretmen vardı. Onlar pek çok problemle karşılaÅŸmıştır. Åžayet onlar peygamberimizin prensiplerini uygularlarsa öÄŸrencilerinin iyi bir insan olacağını ÅŸüphesiz göreceklerdir.
Ä°yi bir öÄŸretmenliÄŸin esaslarını yazmak isteyenler O’nu da tanımalı, genel pedagojiyi de bilmelidir.
Bir komutan ise asker Hz. Muhammed’i tanımalıydı. Peygamber efendimiz tecrübeli, savaÅŸ görmüÅŸ askerlerle birlikte savaÅŸ meydanındadır. Peygamberimiz bir yere mevzi yapılması konusunda bilgisini söyler. Fakat oradaki tecrübeli askerler bu mevzi yerlerinin yanlış olduÄŸunu ifade ederler. Peygamberimiz onların fikrini tasvip eder ve mevziin yerini deÄŸiÅŸtirir. (Ä°slam peygamberi- M. Hamidullah) anlaşılıyor ki onun yanında istiÅŸarenin büyük önemi vardır. Bu yüce insan 63 yaşına gelince arkasında büyük bir medeniyet bırakarak aramızdan ayrıldı. Gözleri dünya ışığına kapandığı zaman Hz. Ömer ona öldü diyenleri mahvedeceÄŸini söylüyordu. Fakat Hz. Ebubekr ona itirazla “Ölümsüz olanın yalnız Allah olduÄŸunu, onun dışında herkesin fani olduÄŸunu bildiriyordu. Zaten o Allah’ın emirlerini insanlar arasında yaÅŸamanın canlı bir modeli idi ve modellik görevini ifa etmiÅŸti. Zaten Kuran’ı Kerim de tamamlanmıştı. Peygamberler öldükleri yere defnedilirdi. Ä°ÅŸte onun kabri hemen burnumuzun dibinde idi. Fakat önemli olan Müslümanlar onun bıraktığı hukuk sistemini bilmeliydi, yapmalıydı. Bu sistemin özünde adaletin parlak içeriÄŸi, parlayan nuru vardı. Onu yaÅŸayan Müslüman iki cihanda da huzur bulacaktı. Günümüz Müslüman’ı farklı bir adalet sistemi yaÅŸadığı için huzur bulamamaktadır. Ä°slam hukukunda taammüden katil olan ÅŸahıs, artık bu dünyada yaÅŸatılmamalıydı. Müslümanların Umre ile ziyaret ettiÄŸi bu yüce insan, ebedi huzurun öz kaynağıdır. Ebetteki bu huzur öncelikle Allah’a imandan geliyordu.
Biz de burada mümkün olduÄŸunca oradaki Müslümanları görerek bilgi ve meziyetlerinden yararlanmaya çalışıyorduk.
Belki Harun Bey’i görmeden önce Ä°stanbul/Balgatlı bir hemÅŸehri ile karşılaÅŸtık. Çok önemli bir hikâyesi vardı. 28 Åžubat ayı sıralarında evinin bahçesine bir levha asarak zamanın hükümetini protesto eder. Yöneticilerin gönderdiÄŸi polisler levhayı indirmesi gerektiÄŸini bildirirler. O bunu yapmaz. Bir süre sonra mahkemeye çaÄŸrılır. 4.5 yıl süreden sonra mahkemeden beraat eder. MesleÄŸi elektriktir. Medine’de Mescid-i Nebevi’de iÅŸ bulur. Fakat bu ÅŸahsı sadece bir elektrikçi deÄŸildir; Safahat ezberciliÄŸinde belki rekor sahibidir. Bize epeyce ÅŸiirler okudu.
Orada tanıdığım ikinci önemli ÅŸahıs bir Ä°slam Hukuku öÄŸrencisi idi. O, bana tarikatçı olup olmadığımı sordu. Bense “Amacınızı anlamak zor ama benim dinim Müslümanlıktır” dedim. MesleÄŸimi de sordu bu arkadaÅŸ. Bende öncelikle Edebiyat ve Almanca öÄŸretmeni olduÄŸumu bildirdim. Sonra ertesi gün de sohbetlerimiz sürdü. Afyonlu imiÅŸ. Ailesi Belçika’da çalışıyormuÅŸ ve Medine’de hem okumak hem de yaÅŸamak hoÅŸuna gittiÄŸi için orada bulunuyormuÅŸ.
Medine’de yaptığımız iÅŸlerden biri Hurma almaktı. Artık Medine’de günlerimiz sona eriyordu. Hazırlanan otobüslere bindik. Bir günün baÅŸlangıcında Mekke’de idik. Ä°stanbul Plaza oteline indik. Bundan sonraki iÅŸler ihrama girmek ve Kâbe etrafında yedi defa dönerek tavaf yapmak. “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, la ÅŸerike lek lebbeyk, innelhamde vennimete leke vel mülk. La ÅŸerike leke lek.” Dualarını tekrarlamaktı.
Otel önünden geçen otobüsler sürekli seferde idiler. Otelden bakınca etraftaki görüntü oldukça farklı idi. Åžehir mahalleleri daÄŸlar arasında serpilmiÅŸ durumda idi. Bütün binaların duvarlarında çatı görülmüyordu. Åžüphesiz çatıların üzeri kapalı idi. Pencerelerde pencere tipleri görünmüyordu. Mesela kapıdan odaya girdince pencerenin yanında soÄŸutucu (klima) lar vardı.
Mahalleler birbirlerinden tepelerle ayrılıyordu. Tepeler birer taÅŸ yığınıydı aslında TaÅŸlar genellikle uzunlamasına birbirlerine dayanıyordu. Hepsinde renk griydi. Ancak uzaktan görebildiÄŸimiz ev aralarında insan fark etmek zordu. Oralardan Kâbe’ye doÄŸru gelirken durum çok deÄŸiÅŸiyordu. Yüksek katlı oteller daha yükselmek için birbirleriyle yarışır halde idi. 1985 haccımızda Kâbe’nin güney doÄŸusunda gördüÄŸümüz yüksek binanın krala ait olduÄŸunu öÄŸrenmiÅŸtik. Åžimdi aynı binanın ön taraf taÅŸları bıçakla kesilir gibi bir görüntüde idi. Aynı bina ile Kâbe arasında bir koridor doÄŸu ile batıyı birbirine baÄŸlıyordu. Batı yönü yepyeni dükkânlarla dolu idi. Bu yönün biraz ötelerinde Osmanlı kışlası bulunuyordu. Fakat bu tarihi yeri tekrar görmek imkânımız olmadı. Ä°lk geliÅŸimizde Åžarıel Mansur’u ararken bölgenin batısına giden cadde boyunca ilerlemiÅŸtik.
8-
HAC’DAN MEKKE ANILARI ve ÅžARI- EL MANSUR
Bu isimlerin ailem için büyük önemi vardı. Hac için Arabistan’a giderken epeyce bir para ödemiÅŸtik. Fakat bunun ne için olduÄŸunu biz anlamadık. Oradaki Türk tercüman da anlatmadı. Belki oradaki ikametimizde yararlı olabilirdi. Fakat bize bir yarar saÄŸlayacaÄŸa benzemiyordu. Çünkü bu ödeme makbuzlarını bize hiç soran olmadı. Åžar-ı El Mansur’a doÄŸru ilerleyiÅŸimin çok önemli bir sebebi vardı. Elimdeki önemli pusulaları küçük kâğıt parçalarını gömleÄŸimin üst cebine koyardım.
Daha Almanya’da iken Memduh adlı bir ÅŸahsın (kardeÅŸim) hacca geleceÄŸimizi öÄŸrenmesi üzerine verdiÄŸi adresi Mekke’de cebimdeki pusulalar içinde aramış ve bulmuÅŸtum
Bunun için ÅŸimdi hem de AÄŸustos ayı sıcağında Mekke’nin batı yakası boyunca uzanan Åžar-ı El Mansur yolunda idik. Cadde yaklaşırken siyahî bir kardeÅŸimizin terzi dükkânında çalıştığını gördüm ve yanına gelerek adresi sordum. O da büyük bir yardım duygusuyla “KardeÅŸim birazdan gelecek, size yardım eder” dedi. Bense ona elimizdeki telefon numarasını verdim. Hemen numarayı arayan bu ÅŸahıs orada benim tanıdığım bir isimle karşılaÅŸmıştı. Adı Muna olan bu kızcağız babasının birazdan eve geleceÄŸini bana bildirdi. Hemen biraz sonrada dükkândaki terzinin kardeÅŸi oraya geldi ve bizi arabasına alarak verdiÄŸim adrese getirdi. Bir süre sonra Memduh Bey de orada idi. Daha sonra ev sahibi de geldi. Ev sahibi beyefendi Mekke Su iÅŸleri müdürü imiÅŸ. Ä°ki gün kaldığımız bu evden üçüncü gün Mina, Müzdelife, Arafat yönüne doÄŸru gitmeliydik. Fakat bu iÅŸ otomobille olacaktı. Ev sahibi bu alanda her iÅŸi gönül huzuru ile yapıyordu. Åžeytan taÅŸlama yerine yakın bir yerdeki Rabıtat-ul Ä°slami konağı onların davetlisi olduÄŸu bir yerdi. Memduh Bey bundan sonraki yerlerinin burası olduÄŸunu söyledi bana. O sırada benimde başımdan buz gibi sular döküldü. Bu arkadaÅŸa kâfi miktarda yük olmuÅŸtum. “iyi de ben ne yapacağım?” dedim ona. O da “bir çaresini bulacağız dedi bana. Zaten kapıdan içeri girmek bile oldukça zordu. Sanki oradakilere melekler tembih etmiÅŸ gibi içeri girdik. Artık son basamaÄŸa gelmiÅŸtik teÅŸkilatın baÅŸkanı Prof. Abdullah Nafiz “Evet!” derse orada kalabilecektik. Bunu “Hafiz” adlı bir Alman saÄŸlayacaktı. Hafiz çok sarışın bir Alman’dı. BaÅŸkan galiba istemeyerek “evet!” dedi. Çünkü orası dünyanın her yerinden gelen Müslümanlarla dolu idi. Memduh Bey orada kendimize bir yer bulabileceÄŸimizi söyledi. Allah’ın izni ile iÅŸlerimiz iyi gitti. Hanımlara da yer bulunmuÅŸtu. Bütün dini görevlerimizi de kolayca yapabilmiÅŸtik artık. Sanki her ÅŸey sınırda ödenen o ücretin karşılığı idi. Bayramın ikinci gününde hemen hemen bütün misafirhane boÅŸ kaldı. Biz ise 15 gün orada kaldık ve tam bir misafir olarak ikamet ettik. DuyduÄŸuma göre orada kalanlardan hiçbir ücret talep etmeden yemekleri de verilirmiÅŸ. Köstenceli Yakup (Usta) hocaya o günlerde orada rastlamıştım.
9-
TEKRAR MEKKE (UMRESÄ°)
Mekke’deyiz, Müslümanların kıblesinde. Umre’de kıblenin önemi Kâbe’nin etrafında tavaf edilmesiydi. Ä°lk tavaftan önce Medine’de otelde ihrama girmiÅŸtik Kural ise Mikat’ta giyilmesi idi.
Aynı iÅŸi 1985’te yaptığımız zaman çevre oldukça bakımsızdı Zulhuleyfe’de. Fakat ÅŸimdiki durum çok farklı idi. Umre için niyet ettikten sonra tekrar otobüslere binerek yola çıktık. Bu birinci ihram giyiniÅŸinden sora yine ihramlı olarak niyet edilen akrabalar için de tavaf yapılabiliyordu. Bunun niyetinde ise “Ben yine ihramla tavaf yapıyorum ama sevabını falanca ÅŸahıslara bağışlıyorum deniyordu. Ä°hram giymek, onunla ibadet yapmak yalnız başına bir anlam taşımaz, aksine farklı boyutlar gösterir. Åžahsın büyükleri adına böyle bir ibadeti ifa etmesi büyük ve doyulması zor bir zevktir. DüÅŸünelim ki küçüklüÄŸümüzden beri kendisiyle birlikte olduÄŸumuz büyüklere böyle bir ibadetle minnettarlığımızı ihram içinde belgeliyoruz. Özellikle de manevi minnettarlığımızı belgelemek daha derin anlam ve ÅŸükranla belirlenecektir.
Arabistan’da “Su” deyince akla önce zemzem gelir. Bunun dışında yeraltından çıkartılan sular da vardır. Son defa gördüÄŸümüz sulardan biri Hudeybiye’de rastladığım birikinti oldu. Herhalde orada topraktan kum alınmış ve yeri su ile dolmuÅŸtu.
HoÅŸ sudan bahsettik. Oysa bu kutsal toprakların altında hayatın iksiri olan bir sıvı daha var ki onun adı petrol (taÅŸ yağı) dır. (Benim bildiÄŸim organik artıklardan Rabbimin yarattığı bir sıvıdır.) Ayrıca o salt tek bir sıvı deÄŸildir. Ä°çinden çok farklı maddeler üretilen bir sıvıdır. Özellikle de zamanımızda endüstri, insan, askeri birlikler (hava, su ve karada) petrol (taÅŸ yağı) ile çalışmaktadır. Ülkemizde taÅŸlar tarla veya bahçelere ise ürün yetiÅŸmesini engeller ve çiftçinin canını sıkar. Çiftçi bunları ayıklamak için günlerce çalışır. Fakat onlar bitmek bilmez. Tarla sürüldükçe alttan yenileri çıkar. Arabistan taÅŸları ile bizim taÅŸların en büyük farkı onlarınkinin altında petrol olmasıdır. MeÄŸer taÅŸ yağı insanlar için ne kadar kıymetli imiÅŸ. Onlar için milyarlarca insan canından oldu. Ayrıca cihan savaÅŸları yapıldı. Orada geçtiÄŸim bölgelerden birinde Tebuk’te fevkalade güzel kumlar görmüÅŸtüm. Yol üzerindeki kumlar üstünde kavak cinsinden 3-4 m. boylarında tek ve yalnız bir aÄŸaç oldukça mahzun duruyordu. Ä°kinci tür alan ise siyah renklere boyanmıştı sanki. Buradaki Km’lerce alanlar bir cins kömürle kaplanmış gibiydi.
Eskilerde hacca gidenler otobüslerin giderken yanlarına kalas alışından bahsederdi. Çünkü otobüslerle yapılan yolculuklarda kumlara saplanan lastikler oralardan kalaslarla çıkarılıp tekrar düz yere alınırmış. 1985 yolculuÄŸumuzda Granada arabamızla harika asfalt yollarda gitmiÅŸtik. Asfalt kenarlarına yapılan fosforlu çizgilerin gece karanlığındaki yıldızlar gibi görünüÅŸleri gökyüzüne uzanan yolculukları andırıyordu.
KÂBE’DE TAVAFLAR
Gecenin saat 3.30’unda yok arkadaÅŸlarımızla uyanıp Kâbe yolunu tutuyorduk. Zaten otobüs ya otelin önünde hazır oluyordu veya biraz bekliyorduk. Bu otobüsler hangi ülke imalatıydı araÅŸtırmadım. Fakat Orhan Veli’nin “Otobüs karoserinin ne yeni” diye baÅŸlayan ÅŸiirindekinden daha güzel otobüslerdi bunlar. Özellikle içyapıları da çok harika yapılmıştı. Ayrıca iç boyalarındaki estetiÄŸi çok beÄŸenmiÅŸtim. Hepsinin dış görünüÅŸü yeÅŸilin en güzelinden di. Kâbe’ye varınca önce iki rekât namaz kılardık daha sonra tan vakti ile ezan okunuyor ve sabah namazı baÅŸlıyordu. Kâbe’deki namazların bir özelliÄŸi her vakit namazından sonra cenaze namazı kılınmasıydı.
Bir batılı düÅŸünür “Müslümanlarda çok hayret ettiÄŸim ÅŸey vakit namazlarında, özellikle Cuma namazlarında hiçbir zorlama olmadan pek çok Müslüman’ın camiye gelmesiydi” der. Aynı ÅŸahıs Umre ve Haccı görmemiÅŸ olmalı ki oraya toplananlar için hayranlığını ifade edememiÅŸtir. Zaten onlar belli bir mesafeden sonra ÅŸayet Müslüman olmamışlarsa belli sınırlardan içeriye giremezler.
10-
SEVR- SEVR MAÄžARASI
Hac sırasında mecburen gittiÄŸimiz yerler Müzdelife, MÄ°nâ, Åžeytan TaÅŸlama, Arafat idi. O zaman Sevr Dağında Sevr MaÄŸarasını görmemiÅŸtik tıpkı Huneyn Vadisi gibi. Sevr Dağı ne kadar yüksekse (759m) Huneyn Vadisi de öylesine düz bir yerdi.
Huneyn’e tüm umreciler otobüslere binerek gelmiÅŸlerdi. Kafile baÅŸkanı buranın önemini anlatmıştı. DönüÅŸ yolunda saÄŸ taraftaki deve sürülerinin yanına uÄŸradık. Devenin sütü de rengi de tadı gibi güzeldi. Onun diÄŸer sütlerden ayıran tarafı oldukça hafif olmasıydı ve deve sahipleri için de güzel bir gelir kaynağıydı. Sevr Dağına ise kafile dolmuÅŸ tutarak gitmiÅŸtik.  Bizim grup hocası ile beraber 15 kiÅŸi gitmiÅŸtik) 45derecelik eÄŸimli dağın (tepenin) baÅŸlangıcında indiÄŸimiz zaman grup baÅŸkanı bel fıtığı, nefes darlığı vb. hastalığı olanların çıkmasının zor olacağını ve çıkmamalarını tembih etti. Her yer taÅŸla kaplanıp ve merdivenler zikzaklı, taÅŸlar irili ufaklı idi. Birbirlerini görmeyecekleri aralıklarla dizilmiÅŸ sözde merdivenleri onaran insanların ellerinde kazma ve kürekler vardı. Kenarda bir yerdeki karton kutu içinde bir miktar para görülüyordu. Hatta bu insanlar duyulmaz bir mırıltı ile para istiyorlardı.
Medine ve Mekke’de Pakistanlı dindaÅŸlara rastlanıyordu. Onlar özellikle baÅŸlıkları ile tanınıyorlardı. Çünkü bu tipik baÅŸlığın alna gelen yerin ÅŸekli U harfinin tersi gibi bir ÅŸekil almıştı. Onlardan hangisini gördümse selamdan sonra “Tarefu Muhammed ikbal?” dediÄŸim zaman “Alleme Ä°kbal” diyorlardı. Bu konuÅŸmamız onları gördükçe tekrarlandı. Ya ondan baÅŸka Pakistan’da Alleme yoktu veya Muhammed Ä°kbal’lerden allemelikle ayrılıyordu. Ä°kbal’in çok önemli bir yönü felsefe ile ÅŸiiri en güzel ÅŸekilde birleÅŸtirmiÅŸ olması idi.
Kıymetli Ä°kbal Yunan harbi baÅŸlayınca veya Trablusgarp savaşı sırasında bir ÅŸiir yazmış ve onu “Ä°ÅŸte Trablus ÅŸehitlerinin kanı” diye Türkiye’ye hediye etmiÅŸti. Daha sonra onun izine rastlayamadık. Çünkü o bütün eserlerinde Ä°stiklal en açık ÅŸekilde batıdan uzaklaÅŸarak hür olmak gerektiÄŸini önemle anlatıyordu.
Biz daha sonra aynı düÅŸünce ve duyguları ÅŸair, mütefekkir Said Çekmegil Beyde “Batı batı diye batmışta batmışız.” demiÅŸlerdi. Kıymetli Ä°kbal’in batılılarla yapılan bir savaÅŸ sırasında yazdığı ÅŸiiri “Ä°ÅŸte Trablus ÅŸehitlerinin kanı” diye Türkiye’ye hediye ettiklerini görürüz. DoÄŸunun batı görmüÅŸ aydını Ä°kbal bu ÅŸiirinden sonra kalbinin en ince bir yeri kırılmış gibi Türkiye’ye sanki küsmüÅŸ gibidir. Bu kırgınlık her Türk vatandaşını çok yakından ilgilendirmeliydi. Ayrıca kendisine Türkiye’den yazılmış cevabi bir mektuba da rastlamadık. AÅŸağıdaki haberle buradaki bilgileri karşılaÅŸtırmakta bazı yararlar olacaktır:
Ayasofya müze haline getirilmiÅŸtir. O zaman Almanya’da devlet bursu ile okuyan Cemil Ziya Åžanbey adındaki bir Türk öÄŸrenci ile arkadaşı Mustafa Kemal’e telgraf çekerek Cami’nin tarih boyunca olduÄŸu gibi yine cami kalması gerektiÄŸini hatırlatmışlardır. Bunun üzerine her iki öÄŸrenci Almanya’dan Ankara’ya çaÄŸrılmışlardır. M. Kemal onlara ”Çocuklar, dünyada yapayalnızız. Ben bir jest yaptım.”demiÅŸtir. Sayın Åžanbey dört yıl boyu hocamdı ve bu sözleri ben kendisinden dinledim. Ä°ngiltere’de hukuk, Almanya’da felsefe doktorası yapan Ä°kbal’in dostluÄŸu nedense fazla dikkate alınmamış.   
Sayıları fazla olmasa da Pakistanlılara Kâbe çevresinde epeyce rastlanıyordu. Unutulmaz tarafları Allame Muhammet Ä°kbal deyince yüzlerindeki derinlikti. Hindistan’daki Nedevi ailesi nasıl Hint Müslümanları için önemli ise Muhammed Ä°kbal de Pakistan Müslümanları için aynı önemde idi. Daha doÄŸrusu onlar bütün Müslümanlar için karanlık gecelerde gökleri aydınlatan birer yıldız gibi idiler. Zaten Müslüman bilginler de dinimizde bu övgülerle tasvir edilmez mi idi? Åžüphesiz bu önem onların eserlerini anlayarak okumakla olacaktır. Ä°kbal eserlerinde genel olarak insanın ruh derinliklerine gider. Dünyayı materyalizme boÄŸan anlayışı kökünden yıkarak Müslümanlarda ruh bayındırlığı saÄŸlamak için uÄŸraÅŸmış bir mütefekkirdi Ä°kbal ve Nedevi ve Mehmet Akif.
Nedevilerden birinin küçük boyda olsa “Dinsizlik dini” adıyla yazdığı eser günümüz insanının ebediyetten koptuÄŸu ilgileri tasvir etmektedir. Sinema, banka, spor alanları ve onu Allah’tan koparan ne varsa dinsizlik dininin öÄŸeleri olarak bu güzel eserde tasvir edilmektedir.
Biz burada iki büyük aydın insandan bahsettik. Fakat Ä°slam dünyası için onlar kadar bir düÅŸünür daha tanıyoruz: Mehmet Akif Ersoy 1978-1936 yılları arasında Türk tarihinin en dalgalı geçen günlerini görürüz. O bu yıllar arasında Mekke-Medine- Lübnan seyahatleri dışında Berlin’de kaldı ve yabancı ülkelerden en çok Mısır’da yaÅŸadı. Bunlar dışında Japonya’yı sanki görmüÅŸ gibi tasvir etti ve “Bilmem ama geleceÄŸin Müslümanları Japonlardır” dedi. Böyle söylerken ya Japonların çalışkanlıklarıyla Müslümanlara benzediklerini söylüyordu veya Müslümanların onlar gibi çalışkan olmaları gerektiÄŸini özellikle vurguluyordu. Berlin’e gittiÄŸinde aralarındaki fark sürekli açılan ÅŸark ve garbı “Onların iÅŸleri bizim dinimiz gibi, bizim iÅŸimiz de onların dinleri gibi” sözleriyle özetlemiÅŸti. Aradaki bu büyük farkın kapanması sadece eÄŸitimle olabilirdi. Biz ise halen bu açığı kapatamadık. Gözümüzün önünde Almanya en basit ve açık eÄŸitim sistemi ile ne öÄŸrencilerini ne de onların ailelerini istismar ettirmiyordu. Bizdeki sistemsiz sistem ise öÄŸrencileri adeta bu istismarın objesi haline düÅŸürmüÅŸtü. Bu çıkmaz neyle kapatılırdı? Elbette ki sistemlerin anlaşılması ile.
Mehmet Akif ise bu yolunu bulamamış eÄŸitimin içinde harika bir insandı. Çünkü o veterinerlikle milletin içinde eylemsel bir meslek icra ediyor ve öte yandan harika ÅŸiirler yazıyordu. KeÅŸke eÄŸitimle de uÄŸraÅŸarak millete yol gösterebilseydi.
Kahraman ordumuza  “Ä°stiklal Marşı” olarak yazdığı ÅŸiir birinci ve sonuncu mısraları ile milletimize yarınlarında da gideceÄŸi yolu
“Korkma! Sönmez bu ÅŸafaklarda yüzen al sancak!
*****
Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklal.” sözleriyle gösteriyordu. Ä°kbal, Nedevi ve Akif istiklalin hakka tapmakla olacağında birleÅŸen yüce ruhlardı.
Akif Türk Edebiyatına  “Safahat” gibi bir abide hediye etti. Fakat Türk yazarlar veya ÅŸairler onun için ne yaptılar? O, Mısır’a niçin gitti, orada nasıl yaÅŸadı ve geri dönüÅŸü hangi ÅŸartlar altında oldu? gibi sorulara halen cevap veren bir eser yazılmadı.
 
Konumuz “Umre” idi aslında. Bu üç düÅŸünürden bir arada bahsediÅŸimizin sebebi onların gönül verdikleri Umre ve Hac kaynaklı hakikattir.
*****
11-
SEVR MAÄžARASINDAN MEKKE’YE BAKIÅž
Sevr maÄŸarası diÄŸer maÄŸaraların aksine ne bir dağın eteÄŸinde ne bir kuyu gibi yerin içine yerleÅŸmiÅŸti. Tam aksine sipsivri bir dağın ucunda idi. Burada Mekke’ye doÄŸru bakınca sipsivri bir bina göklere yükseliyordu. Yanında diÄŸer binalar sivri uçlarla görünüyordu. Yakınlardaki bazı mahalleler beli oluyorsa da Kâbe fark edilmiyordu. Sipsivri kulenin adı Hilton otelidir. Sevr Dağı’nın yüksekliÄŸi ile Hilton’un durumu akla onların teleferik gibi birleÅŸtirilmesini getiriyordu.
Biz yine maÄŸaradan çıkarak geldiÄŸimiz gibi aÅŸağı inmeye baÅŸladık. Yolda inerken Almanya’dan umre için gelen Türk öÄŸrencilere ve bir dernek baÅŸkanına rastladım. ÖÄŸrencilerle Almanca konuÅŸtum. Onlar bana “Sen Alman mısın?” dediler. Dernek baÅŸkanı ise oradaki problemleri anlattı. Dağın dibinde bizim grup baÅŸkanıyla bizi bekliyorlardı. Oradaki herkes “çıkış iniÅŸten daha kolaymış” diyorlardı birbirine.
Oraya bir minibüsle dönecektik.
DönüÅŸ yolunda Mina tarafının beyaz çadırlarını gördüm. 1985 haccımızda orada durmak için ev temin edemeyenler kaya aralarında veya kendi getirdikleri çadırlar içinde geceliyorlar ve kalıyorlardı. Åžimdiyse orada her taraf beyaz çadırlarla kaplanmış görünüyordu.
Minibüs bizi otelin önünde bıraktı. Otelden gelen otobüslerin durağından Kâbe’ye doÄŸru gelirken tünel kapılarının saÄŸ tarafında iki katlı bir beyaz bina hiçbir kesinliÄŸe sahip olmamakla beraber peygamberimizin evi olarak tahmin ediliyordu. Bu bina bugün kütüphanene olarak kullanılıyor, onun saÄŸ ilerisinde ise bir WC vardı ki orası Ebu Cehilin evi imiÅŸ bir zamanlar. O mahallin Ebu Cehl’in evi olmasına kesin gözü ile bakılabilir. Fakat peygamberimizin evi olarak gösterilen yer üzerinde kesinlik yerine tahmin de eklenmektedir.
Yazımızın sonlarına gelirken bir eleÅŸtirimi haddim olmayarak arzedeceÄŸim. Kâbe çevresinde örülmüÅŸ bir çevre duvarı kendisini çok güzel gösteriyordu. Orada bulunanlar bu duvarın Osmanlı hükümetince yaptırıldığını söylüyorlardı. Åžimdi ise onu da içine alan daha yüksek bir duvarla çevrilmiÅŸti Kâbe. Daha önceleri arzetttiÄŸim gibi Kâbe çevresi yeni inÅŸaatlarıyla sıkışık bir durum gösteriyordu. Hâlbuki Osmanlı’nın tarihi kemerli duvarları bırakılarak Kâbe çevresi bir km’lik bir 360 derece geniÅŸletilmeli çevre mesafesi ile ve ÅŸehir daha sonra otellerini yapmaya baÅŸlamalıydı. Ayrıca her yıl daha az hacı alabilen yetkililer bunun 100 kat fazlasını alabilirlerdi. Åžahsen bu fikrimi oradaki askeri görevlilere açıkladım, baÅŸ sallamalarla “Evet!” dediler. Belki bir gün çok deÄŸerli ailemle hac ve umreyi birlikte yaparım. Çünkü her Müslüman en az bir kez hac yapmak niyeti taşımalıydı.
Åžimdi okurların dikkatini bir noktaya daha çekmek istiyorum. Orada ÅŸehir içi veya dışındaki kutsal yerler büyük paralar harcanarak çok güzel bir ÅŸekilde imar edilmiÅŸtir. Hatta “Åžurada eksik var!” demek bile mümkün deÄŸildir. Cidde ile Mekke arasında eskisinden çok geniÅŸ yollar halen yapılmaktadır. Orada eksik olan ne vardır? Arada sırada ABD’den çok miktarda silah aldığını duyuyoruz. Ayrıca her Müslüman ülkede olduÄŸu gibi onlarda da tüm ithal malları Çin, Japonya ve diÄŸer uzak doÄŸu ülkelerinden gelmektedir. Anlaşılan odur ki petrolle ortaya çıkan para dahi insanların elinde müspet yollarda kullanılamamaktadır. Son zamanlarda ÅŸifahen duyduÄŸum bir beceri olayı vardır. Habere göre Türk ustalar uçak tamirinde dünya sıralamasında 3. veya 4. yere çıkmışlardır. Belki bu suretle Türk-Arap iÅŸ birliÄŸi daha yakın bir çalışmayı saÄŸlayabilir.
12-
SONA GELÄ°RKEN (KÜLTÜR BÄ°RLİĞİ)
Son yıllarda bazı ülkeler zenginleÅŸirken iÅŸ gücüne de ihtiyaçları arttı. Bunlar arasında elbette Almanya’yı ilk sırada saymalıyız. Müslüman ülkelerden Arabistan ve Libya da zaman zaman iÅŸçi alımı yapmıştır. Almanya ve bu iki ülke arasında özellikle dini farklar olduÄŸunu görebiliriz. Bu farklılığın bazen da tersine iÅŸlediÄŸine tanık olunmuÅŸtur. Bir Alman bayanla Türk erkeÄŸin evlenmeye karar verirken görülen olaylar çok ÅŸaşırtıcıdır. Türk, Almandan Müslüman olmasını ister. Alman bayan bunu da kabul eder Alman Bayan Ä°slami kuralları öÄŸrenir ve yerine getirmeye baÅŸlar. Ä°ÅŸin garibi Türk erkek bunları yapmayınca “Beyefendi ÅŸimdi ben Ä°slami kuralları yerine getirmeye baÅŸladım; fakat sen bunların dışında yaşıyorsun” diyerek ortadaki zıtlığa iÅŸaret eder.           
Bir öÄŸretmenin hikâyesindeki durum ise oldukça farklıdır. ÖÄŸretmen bey oraya gittiÄŸi zamanlarda ne kadar aradıysa uygun bir ev bulamaz. ÖÄŸretmen Türkiye ye gelerek ailesini Almanya’ya getirecektir. Artık ev bulmaktan ümidini kesmiÅŸtir. Bu durumu bir öÄŸretmen hanıma bildirmek için telefon eder. Telefondaki ses onun için çok sevindiricidir. Çok uygun bir ev bulunmuÅŸtur. Tatil bitmiÅŸ ve öÄŸretmenlik düzeni baÅŸlamıştır. Yalnız bir problem vardır Orada Ä°slami hayatla hıristiyani hayatın uyuÅŸmazlığı cepheleÅŸmiÅŸ durumdadır. Alman öÄŸretmen çok fedakarane Türk öÄŸretmene yardım etmektedir. Onun belli bir süreden sonra söylediÄŸi sözler çok düÅŸündürücü olmuÅŸtur. ”Siz Arap tarafına eÄŸilimlisiniz. Oysa ben sizi ailece Ä°talya’ya da götürmek istiyordum. “Artık Türk iÅŸçilerin davul-zurnayla karşılanmaları çok uzaklarda kalmıştır.
      Ä°ki taraf arasında kültür farklılığı yer yer kendini göstermektedir. Bütün bunlara raÄŸmen Almanlar iki topluluk arasındaki farklılığı anlayışla karşılamaktadır.
      Arap ve Türkler arasında kültür birliÄŸine gelince bu en baÅŸta imandan baÅŸlayarak her alanda büyük benzerlikler göstermektedir. Mesela Türk iÅŸçisi Arabistan’da da aynı parayı kazanacak olsaydı mevcut kültür birlikleri içinde çok az problem yaÅŸanmış olurdu. Åžimdilerde Almanya’da minareli camiler bile yapılmaktadır. GeniÅŸ kubbeli cami içine giren Müslüman orada rahat bir nefes almakta ve vatan hasretinden zihninde bir ÅŸey kalmamaktadır. 
Bayram namazları ve Cuma namazları Müslümanların mescitlerin farklılaÅŸması dışında toplanmayı saÄŸlar. Elbette bu çok güzel bir olaydı. Bu ibadetler tüm toplu ihtiyaçların birlikte giderilmesini saÄŸlıyordu. Türkler ve Müslümanlar bir yandan da Alman geliÅŸimine veya endüstrisine dikkat etmeliydi. Onlarda aÄŸaçlandırma ve aÄŸaç bakımı bir harika olaydı. Åžehir içinde özellikle sonbahar aylarında dökülen çınar veya diÄŸer aÄŸaçların yaprakları makinelerde kıyıldıktan sonra diÄŸer aÄŸaçların diplerine dökülüyor ve ormanlaÅŸmaları saÄŸlanıyordu.
Kültür BirliÄŸi söz konusu olan yerde Akif’ in söylediklerini unutmamalı ve onları yaÅŸama egzersizleri yapmalıyız. Bu sözden kim ne anlar? Ülkemize edebiyat tahsil edip öÄŸretmen olan bir ÅŸahıs bile Akif’teki dünya görüÅŸünden uzaksa onun eserlerinden uzakta kalacaktır. Ä°çinde aruzla konuÅŸma diliyle aruzu eriten SAFAHAT tam bir kültür birliÄŸi örneÄŸidir. Dünyası çok geniÅŸ olan ÅŸair bütün Ä°slam Dünyasını içermekte ve tekrar yansıtmaktadır.
13-
KÜLTÜR BÄ°RLİĞİNE BÄ°R BAKIÅž DAHA
Doç. Dr. Mim Kemal Öke’nin “GÜNEY ASYA MÜSLÜMANLAR’ININ Ä°STÄ°KLAL DAVASI VE TÜRK MÄ°LLÄ° MÜCADELESÄ°” adlı eser kültür BirliÄŸi konusunda çok faydalı bilgiler sergilemektedir. Dizinin 995. eseridir. Onun 16.sayfasında Muhammed Ali, 7 Ekim 1911 tarihli ArkadaÅŸ dergisi Güney Asya (Pakistan, Hindistan) adına Ä°talya ve Yunanistan’ın baÅŸarılı olamayacağını beyan ediyordu. Muhammed Ali ötesinde Mevlana Muhammed Ä°kbal daha önceki satırlarda deÄŸindiÄŸimiz gibi Türk ordusu bugün de yarın da zaferlerin peÅŸinde olacaktı. O yıllarda Kalküta’da çıkan Müslüman adlı gazete ”Türkiye’ye asker gönderemeyiz ama para yardımında bulunalım” der. Kurulan bir komite Türk Kızılay’ı yoluyla çok miktarda parayı teslim etmiÅŸlerdir.                                           
   “Önce Trablusgarb, daha sonra Balkan saldırısı, Güney Asya’daki Müslümanların Ä°ngiltere’ye duydukları güveni kökünden sarsmıştır” (Ey iman edenler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? (Nisa suresi 144.) Ayet meali ile Pakistanlılar ”Londra’nın Osmanlı lehine müdahalesi her iki olayda da gerçekleÅŸmeyince bir ayete uymayışın sonucunda Pakistanlı Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uÄŸramışlardır. Bu bilgi Mim Kemalin kitabının 18. sayfasındadır. Kültür birliÄŸini parçalayanlar aslında kendi birliklerinin de parçalamaktadır. Johann Wolfgang von Goethe ‘nin Faust adlı eserinin Alman Kültür BirliÄŸindeki yeri oldukça açıktır. Bütün Müslüman ülkeler arasında Kuran’ın saÄŸladığı birlik ise tarihler boyu sürüp gelmektedir. Kuran’a yönelecek her türlü hakaret o millet mensuplarının en büyük zayıflık sebebi olmuÅŸtur.                                                                                     
Hindistan ülkemizden uzak gibi görünmektedir. Oysa tarih tam tersini göstermektedir. Hint Müslümanlar Osmanlı ile sürekli ilgidedirler. Elimdeki eser tümüyle bunu tanımlamaktadır.
Ä°ÅŸin öbür tarafı ise zindan gibi karanlıktır. Biz Türklerin onlar üzerine bilgileri oldukça azdır. KeÅŸke Osmanlı’nın Yükselme Devrindeki Hint Seferleri Sürekli devam etseymiÅŸ. Pakistanlılarla ilgimiz onların felaketlerine baÄŸlıdır. Ancak Tsunamiler, depremler olursa bir haberleÅŸme görülür. Türk Müslümanlarının onlarla görüÅŸmesi ancak HAC veya UMRE’de olur. Aslına bakılırsa bu törenler Dünya Müslümanlarının en büyük dayanışma törenleridir. Fakat bu törenlerden ne kadar yararlanılmaktadır. Orada karşılaÅŸan müminler Arapça veya Ä°ngilizce biliyorlarsa aralarında bir iletiÅŸim olacaktır; aksi halde sadece selamlaÅŸacaklardır. Ä°ÅŸin yürekler daÄŸlayan yönü yukarda iÅŸaret ettiÄŸimiz gibi büyük dahi Muhammed Mevlana Ä°kbal’in ÅŸiirleriyle Türk Ä°stiklal Savaşına gösterdiÄŸi ilginin hiçbir ÅŸekilde deÄŸerlendirilmemesidir. Yazıma baÅŸlarken anlattığım olaydaki Mısırlı Ä°stasyon bekçisinin gösterdiÄŸi yakınlık tam bir kültür birliÄŸi örneÄŸi idi.  
                                                                                                          
(*) Ercan Arslaner, Almanya eski EÄŸitim ateÅŸemiz

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 13-08-2011 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Anket
Kullanıcı Girişi
Kimler Çevrimiçi
Şuan 43 misafir çevrimiçi
Ziyaretçi Sayısı
111268606 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net