20-04-2024
 
 
 
  :: Ana Menü
 
 
 
Duyurular
AKIL IÇIN YOL BIRDIR

(THERE IS but
ONE WAY for REASON)
       
(linkleri SAG TIKLAYIN
                                 lütfen)

Sn.Soner YALÇIN'dan 
dikkate deÄŸer bir yazı: 
Edebiyatla 
               AhmaklaÅŸtırma
https://www.sozcu.com.tr/
2021/yazarlar/soner-yalcin
/edebiyatla-ahmaklastirma
-6335565/
 


Önerdigimiz sayfalar:
M. SAID ÇEKMEG?L 
anisina
https://www.facebook.com/
groups/35152852543/?mul
ti_permalinks=1015385
0899667544&notif_t=grou
p_highlights&notif_id=147
2405452361090




Nuri BiRTEK
                kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından 
              ilginç tespitler)
https://www.facebook.
com/nuri.birtek




Raci DURCAN
                  kardeÅŸimizin
(facebook sayfasından
             ilginç tahliller)
https://www.facebook.com
/raci.durcan?fref=ts



Mesut TORAMAN
                   karde?imizin
(facebook sayfas?ndan
dikkate de?er görüntüler)
https://www.facebook.
com/mesut.toraman.52









M. Selami Çekmegil 
                          kimdir!









    ____________________
BU SITE
    Selami ÇEKMEG?L’in
Yegenleri:
    Melike TANBERK ve 
    Fatih ZEYVELI'nin
 beyaz.net ekibi ile birlikte
      M.Said ÇEKMEGIL 
  an?sina ARMAGANIDIR!  


   Anasayfa arrow M. Said Çekmegil arrow HATIRLIYORUM - II-
HATIRLIYORUM - II- PDF Yazdır E-Posta
Kullanıcı Oylama: / 0
KötüÇok iyi 
Yazar M. Said ÇEKMEGÄ°L   
08-12-2009
HATIRLIYORUM II
                                    *****
                                                M. Said ÇEKMEGÄ°L
                                                 (HATIRLIYORUM I'den devam)
Yani neden mi anlatıyorum bunları?
Ä°ÅŸte o dönemde ilkokullarda müspet ilim(pozitif) denilen, sanki müspet olmayan ilim de olurmuÅŸ gibi, evet, ilim diye bazı safsataları mekteplerde; hak-batıl karşımı gelenekçi bir din anlayışını da halk arasında yaÅŸayarak bugünlere gelmiÅŸ olduk. Kusurlarımız yalnız bizlere ait deÄŸildir. Bunu Serdengeçti Osman Yüksel 1950’lerde 16 sayfalık bir broÅŸürle “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” baÅŸlığıyla ve lirik bir edebiyatla yazıp yayınlamıştı, o kuÅŸağın hali pür melalini... Bu broÅŸür, o dönemin ahvali içersinde mahzun gönülleri aÄŸlatıp durmuÅŸ, ümitlere boÄŸmuÅŸtu. Ancak hükümetin bakanlar kurulunu da telaÅŸa düÅŸürmüÅŸ; bir kararla toplatılmasına karar almışlardı. Beri tarafta bu broÅŸür
el altından Anadolu’ya dağıtılmış elden ele okunup duygulanılmıştı. Ondan bir bölümü, o zamanki Büyük DoÄŸu dergisine gönderip neÅŸrettirmiÅŸtik. Sonradan Necip Fazıl, Osman’a biraz sitemkâr olunca dargınlığını yansıtan edalarla, ‘bunu neden neÅŸrettirdiniz bize’ diye çıkışacaktı.
 
Ne olursa olsun, o günün bu mahzun kalpleri, bu cesur ve kahramanca hamleler, halka tercüman olmuÅŸtu.

Kendimi anlatıyordum. Evet, döneminde ‘Hocagil’ diye anılan bir ailenin içerisinden geliyordum. Ama ne var ki  ‘Efradını cami, aÄŸyarını mani’ bir tezi henüz iyi kavrayamamıştık. Bu ahval içerisinde çırpınıp dururken; nerede bir hafız görsek, nerede camiye giden bir Müslüman’a rastlasak onları bir çocuk coÅŸkusuyla seviyor, gıpta eder halde bulunuyorduk…

Bir de, okuma ve okuduklarını anlama hevesi… Ara sıra ÅŸiir yazma hevesi, bazılarını babama okuma hevesi, teÅŸvikleriyle sevinme, tenkitleriyle yerinme çocukluÄŸu… Yazdığım bazı ÅŸiirleri kardeÅŸim Esad sınıfında okurmuÅŸ. Bundan haberdar olan genç bir arkadaÅŸ, henüz lise talebesi olduÄŸu yıllarda ÅŸiir ve edebiyat tutkusuyla karşıma çıkmıştı. O yaÅŸlarda bir ara mahalli Fırat gazetesinde çalışıyordu. Geldi gitti; ÅŸiir yazı istedi. Gençti, enerji doluydu, sanat yeteneÄŸi yerli yerindeydi. Adını da öÄŸrenmiÅŸtim: Åžemsi Belli; soyadını öÄŸrenenler, solcu Mihri Belli ile yakınlığını soruyorlardı. Hiçbir münasebeti yoktu; ne saÄŸcıydı, ne de solcu, sadece edebiyatçı… HemÅŸehrimizdi. Lütufkârdı. Aylık bir dergi çıkaralım, adı kervan olsun dedi. Bu dergi üç ay çıkabildi. Ben de amatörce –hala da öyleyim ya- birkaç yazı verdim. Fırat Gazetesinde de bizim Kültür DerneÄŸine bir sütun verilmiÅŸti ve bir de bana bir köÅŸe ayrılmıştı. Dava kokulu, fikir yapılı, ancak yeterli olmayan birkaç yazı da oralarda yazmıştım. Bu gayret bize ilk ÅŸiir kitabımızı yayınlattı. Bazı tenkitler bizi dikkate; tebrikler de gayrete getirmiÅŸ oluyordu. Mesela genç hamÅŸehrimiz Åžemsi Belli’nin, Deliçay imzasıyla 19.12.1948’de DoÄŸu Gazetesinde, “…Sait Çekmegil, kalemine aÅŸkı deÄŸil Hakkı, hakikati konu yaptığı için her ÅŸeyden evvel bu özelliÄŸini takdirle karşılamak icap eder…” demiÅŸti. Yine Arif Nihat Asya’nın Malatya Lisesinde hocalığı zamanında talebeliÄŸinde bulunan Ömer ErdoÄŸan gibi bazı arkadaÅŸlar bizleri sanata teÅŸvik etmiÅŸlerdi, müteÅŸekkirim... ” Arka arkaya her sene, senede bir  toplam üç ÅŸiir kitabı; (Gizli Bir Ses Dedi ki, Ruhta Ä°nkılâp, Bir Nur DoÄŸacak), bir de fikir kitabı (Ä°nsanoÄŸlu Kendini Arıyor) ve bir dava yüklü kitap (Ä°man Anlayışımız) gibi eserler üç beÅŸ sene içerisinde yayınlandı. Daha önceleri, tatillerde kunduracılık, kuyumculuk ve terzi çıraklığı yapmıştım; tabi sonradan ustalığını da yapmıştık ya. 18 yaÅŸ sonrası rızamla evlendirildim. Ä°lk çocuÄŸum Mehmet Selami yeni doÄŸmuÅŸtu ki.. ikinci dünya harbi (savaÅŸ) baÅŸladı ve bizi askere aldılar. Gurbete hiç çıkmamıştım. Malatya neresi, Bandırma neresi? Bizi 13 kiÅŸiyle birlikte Bandırmaya yollamıştı ÅŸubemiz. Orada 6. tümen 50. alay, havan takımına düÅŸtük. Havan topu yeni bir silah olduÄŸu için oraya seçerek er alınıyordu. Çünkü orduda bu silahla henüz hiç ateÅŸ edilmemiÅŸ deniyordu. Ayrıca havan topu görmeyerek atış yapan, yakın mesafeyi de vurabilecek bir toptu. NiÅŸangâh ve telemetre kullanabilecek erlere ihtiyaç varmış. Ä°ÅŸte kıtamız böylece belli olmuÅŸtu. Ve biz peygamber ocağı denilen orduda böylece acemi bir asker olduk.

Takım komutanımız, disiplini çok seven Hamdi Turan adlı bir teÄŸmendi. Aynı alayın 8. bölüÄŸünde üsteÄŸmen olarak kumandanlık yapan Alparslan TürkeÅŸ’in Hamdi Turan’la özel arkadaÅŸlıkları da vardı ki, delidoluluÄŸuyla ün yapmıştı Bandırma’da.
Alparslan TürkeÅŸ, Hikmet ArslanoÄŸlu (kurs komutanımız), Hamdi Turan (takım komutanımız): bu üç arkadaşın 2 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, Menderes hükümetinin yaptırıp da içerisine giremediÄŸi yeni TBMM binasında yeniden bir araya gelmiÅŸ olduklarını da gördük. Albaylıktan emekli Hikmet ArslanoÄŸlu senatör olarak; Kurmay Albay Alparslan TürkeÅŸ, BaÅŸbakanlık makamında hükümet oluÅŸturarak; Hamdi Turan ise TBMM meclisi genel sekreteri olarak (tabi üçü de sivil olarak) Ankara’da mecliste birlikte idiler. Herhalde iyi bir asker ve aynı zamanda fikir sanat yapılı bir genç olmuÅŸ olacaktım ki unutulmamıştım. 1960 ihtilal hareketinin “kudretli albayı” Alparslan TürkeÅŸ, o harekette bizim içeri alınıp da Sivas’ta gözaltına alındığımızı duyunca, o zaman lisede talebe olan oÄŸlum Selami’ye telgraf çekerek teselli etmiÅŸ; bu vefakâr hareketiyle (ben ve orduda tabip Yzb. KardeÅŸim Mehmed Esad’ın) iki oÄŸlu içeri alınmış yaÅŸlı bir ananın daha da üzülmesinden baÅŸka bir ÅŸeye yaramayacak ev aramaları gibi eziyetlerin önüne geçilmesine vesile olmuÅŸtu.. ve böylece -o acılı günlerimizde- bizleri kendisine müteÅŸekkir bırakmıştı… Bizim Selami bunu “Tilki Tuzağı” adlı eserinde anlatır.

Unutulmamak bize haz veriyordu. TürkeÅŸ, kurmay binbaşı olarak Elazığ’da kıta hizmetini yaparken görüÅŸtüÄŸümüzde evine de davet etmiÅŸti. Ancak ben gıpta ettiÄŸim tarafları olan Fehim Adak beyin (sonradan bakanlık da yaptı) misafiriydim. Malatya’da yedek subaylığını yapmıştı. Gönüllerimiz hemen hemen hep beraberdi: Onun daha sonra rahmete yolladığı hanımı, benim rahmetli hanımla arkadaÅŸ olmuÅŸlardı. Bu aile, inandığını yaÅŸayan, gıpta edilen bir aileydi. Tezkere alıp Elazığ Su Ä°ÅŸlerine baÅŸmühendis olduÄŸunu duyduk. Orası yakın diye davet edilip duruyorduk. Ä°ÅŸte bu vesileyle Fehmi Adak’ın misafiriydik. Komutana her ne kadar özür beyan etimse de, Alparslan bey, bizi izaz etmiÅŸ olmak için olacak, Fehim beylere kendisi geldi. Gece geç vakitlere kadar sohbette bulunuldu.

Fehim beylere mistik yapılı bir zat da gelmiÅŸti. Sonradan öÄŸrendik ki bu zatın köylerden kentlerden pek çok baÄŸlısı varmış. Ancak o gece onu, Ä°slam’ın temel esprisinden uzakta seyreder bulduk. Mesela velilerin hatasız olabileceÄŸine iliÅŸkin iddialarını menkıbelerle ispata çalışan bilmezler pozisyonundaydı. Geç vakitlere kadar tartışıldı. En nihayet kendisine “Bak kardeÅŸim! Elazığ’da ilim adamları olması elbette mümkündür; bu hususları onlara bir sorun lütfen” deyip meseleyi kapatmak istemiÅŸtik. Hatırımızda kaldığına göre böyle olmuÅŸtu. Ancak Alparslan TürkeÅŸ Bey duygulanmış olacak ki ertesi hafta Malatya’ya bize gönderdiÄŸi mektubunda o gecedeki tahassüslerini yazmıştı. DüÅŸündürücü fikirler içeren bu mektubu maalesef saklayamamıştım. Sonradan bir ihtilalın lideri konumunda olacağını bilseydim saklar, kendisine bugün ne diyorsun, derdim. TürkeÅŸ Bey, bizim Londra konuÅŸmamız, “Ä°badet Anlayışımız” adıyla kitaplaşınca oradaki farz ibadetlerimizin ÅŸemasını tetkik etmiÅŸ…”Cidden fevkalade diyeceÄŸim ÅŸemanız, her Müslüman Türkün cebinde taşıyacağı çok güzel bir açıklamadır. Bu hizmetinizden ötürü tekrar tebrik ederim…” deyip bizleri onurlandırmıştı. (Bkz. Malatya’da Ses 24’de neÅŸredildi.)

Kurs komutanımız Hikmet ArslanoÄŸlu ise yazdığı birkaç eseri imzalayarak, bizi unutmadığını anlatmak için göndermiÅŸti. TBMM’de ‘SENATÖR’ olarak bulunduÄŸu dönemlerde misafiri olmuÅŸ, arkadaÅŸlarına övgüyle takdim edilmiÅŸtim. Bir seferinde Malatya’da iÅŸ yerimize bir generalle gelmiÅŸ, ‘Ä°ÅŸte paÅŸam bizim askerimiz; eserleri de var’ diye tanıtırken bana dönmüÅŸ: “Bak Çekmegil, sen Ä°slam’a yazılarınla hizmet ediyorsun, ama ben de Kore’de iken orada cami yaptırdım” diye övünmüÅŸtü.

Takım komutanımız Hamdi Turan ise, Büyük Millet Meclisi sekreteriyken sadece ikramlarıyla kalmamış, meclise külfetsizce, milletvekilleri kapsından gidip gelmemizi de saÄŸlamıştı. Bir gün kendisine, “Komutanım, neden hala namaza baÅŸlamadınız?” dediÄŸimde, çok çalıştığını; meclisin iÅŸlerinin yoÄŸun olduÄŸundan bahis açarak: “Sana söz; Çekmegil, ben emekli olunca beÅŸ vaktimi bırakmayacağım” demiÅŸti.

Bunları niçin mi anlatıyorum; ÅŸunun için: Fikri yapımızın oluÅŸma döneminde; askerliÄŸimizde bile düÅŸünce yönümüzün öne çıkarılmasının mümkün olabileceÄŸini ve ayrıca birçok acemiliklerin giderilebileceÄŸini ihsasta bulunmak arzumu belirtmek için. Askerlik, disiplin merkezli düÅŸüncelere; insanları olgunlaÅŸtırabilecek çilelere bir talimgâhtır. Oranın da, millet, memleket sevgisi, Ä°slami gayretleri olanlara iman idealisti olma yollarını açabilen bir hayat mektebi olabileceÄŸini birkaç misalle anlatmak istediÄŸim için. Biz de ÅŸahsen bir eÄŸitim ocağı olan o yerde, komutan ve yurdun her köÅŸesinden gelen arkadaÅŸlardan bir ÅŸeyler öÄŸrenmiÅŸtik. Biz onlara bir ÅŸeyler; Ä°slam sevgisi verebilmiÅŸ miydik, bilmiyorum. Ama Ä°slam’ın insana izzet getireceÄŸini gücümüzce göstermeye, bu yolda vesile olmaya çalışmıştık. Ä°slam’ı sevmem ve namazımı aksatmamaya çalışmam sayesinde, küçük bir erbaÅŸ olmama raÄŸmen, birliÄŸimizin ast ve üstlerinin alakalarını yüce Rabbimizin verdiÄŸi imkânlar nispetinde çekebilmiÅŸtim, iÅŸte…

Yıl 1944. 50. alayda bir haber dalgalanmış; Alparslan TürkeÅŸ adlı bir üsteÄŸmen tutuklanmış, “Turancılık” davasından dolayı tabutluklara atılmış. Ä°ÅŸte o zaman gazetelerden okuduÄŸumuza göre; bu Turancılar, içlerinde üniversite öÄŸretim görevlileri, Serdengeçti gibi genç fakülte talebeleri, asker kökenliler bir araya gelip bir masa üzerine bayrak sermiÅŸler, üzerine tabancalarını koymuÅŸlar, en üste de Kur’an’ı Kerim’i oturtup; yemin etmiÅŸler, bu vatanı Marksistlerden kurtaracağız diye. Bu haberler aslı olsun olmasın alayda yayılmıştı. Bayrak, silah, Kur’an genç ruhlarımızı tutuÅŸturmuÅŸ, koÄŸuÅŸumuzun içerisinde “haklılar” diye haykırmışım! Alay komutanımız da seviyordu bizi;. Allah onu vesile edip bizi korumasaydı, belki biz de ıstıraplara uÄŸrayabilirdik. Gerçekten de suçsuzduk…

DemiÅŸtim ya iyi askerlerden sayılırdım. Askerlik benim için üç buçuk senelik bir mektep ve harp senelerinin ibretler verici bir imtihanı olmuÅŸtu. Belki de harbe girmemiÅŸ olmamız; ÅŸiir, edebiyat ve de Ä°slam NeÅŸ’esi sıkıntılarımızı azaltıyordu.

Harp dolayısıyla izinler kalkmıştı. Öyle olmasına raÄŸmen üç sene içerisinde üç defa izinli gelmiÅŸtim Malatya’ya. Birinde iman ÅŸuurunu ayakta tutan babamı görebildim:

 O da, yine onun gayreti sayesinde ÅŸöyle olmuÅŸtu: Tümen komutanımız paÅŸaya, sülüs el yazısıyla uzunca, fikir ağırlıklı bir ÅŸiirle müracaat etmiÅŸ, muhteva olarak: “Sizin tümeninizin 50. alayında oÄŸlum askerinizdir. Onu ben çok özledim. Allah isterse görürüm ama bu iÅŸe bir vesile gerekti. Sizi rahatsız etmezdim ama baÅŸka bir çare bulamadım. Allah dilerse oÄŸlumu mutlaka görürüm fakat sizin gibi anlayışlı; iyiliksever erdemli kiÅŸilerin sebep olmasını istedim. Ecrinizin de Rahim Rabbimizin vereceÄŸine ümit varım. Hürmetlerimi selamlarımla birlikte arzederim.” ÅŸeklinde mana yüklü edebi ve uzunca bir mektubu, yer yer duygular serpiÅŸtirilmiÅŸ olarak yollamıştı. PaÅŸa, tevhit muhtevalı, ÅŸiirli bu arzuyu masasının gözüne saklamakla kalmamış; alaya emir vererek beni aratmıştı. Alay komutanımız aceleyle beni aratmış, paÅŸayı nereden tanıdığımızı sorgulamaya baÅŸlamıştı. Hiç tanımadığımı her ne kadar söyledim ise de inandıramamıştım. Gerçekten ben de hayretler içerisinde kalmıştım… bir arabayla beni tümen karargahına yolladılar. Generalin huzurundayız. Karşımda ak saçlarıyla vakur bir paÅŸa:
-  Gel evladım, gel yakına ÅŸöyle!

Harp yıllarındaydık. MareÅŸal Fevzi Çakmak genelkurmay baÅŸkanı. Henüz üç buçuk aylık askeriz. Sıkı bir disiplin vardı. Onbaşının karşısına bile selamla giderdik. Bu ahval içerisinde paÅŸanın karşısına çıkmıştık. Selam verdim:
-         YaklaÅŸ, yaklaÅŸ! diye masanın yakınına kadar çağırdı:
-         Åžimdi seni izine göndereceÄŸim, git, o muhterem babana sıhhate olduÄŸunu göster; benim yerime de ellerinden öp… Babanız çok büyük adam; siz henüz onu tanıyacak çaÄŸda deÄŸilsiniz… On beÅŸ gün yeter mi? Dedi, yaverini çağırdı; ‘izin kâğıdını doldurunuz, ben imza edeceÄŸim’ diye emir verdi.

Ä°zin kâğıdımı almak için karargâha götürüldüm. Orada bana bir albay (kurmaymış), masanın gözünden çıkardığı; iki parÅŸömen kâğıdıyla birbirine eklenmiÅŸ, üzerinde sülüs denilen yazı türüyle ve usta hatlarıyla yazılmış bir ÅŸiiri gösterdi.
-         Tanıdın mı bu imzayı dediler? Tanımıştım; babamın imzasıydı. Çıkıştılar:
-         Ä°nsan böyle bir babanın oÄŸlu olur da okumaz mı; neden okumadın!

Artık siviller gibi konuÅŸmaya baÅŸlamıştık…

-         Ben de yazarım ÅŸiir, dedim. Yanında var mı? dediler. Var dedim, birkaç gün önce babama ÅŸiirimsi bir asker mektubu yazmış yollamıştım. Defterimde kalan bir nüshasını çıkarıp okudum. Hemen oracıkta, kopya kâğıtları da koyup daktilonun başına geçen bir kurmay yüzbaşı; oku dedi ve yazmaya baÅŸladı. O ÅŸirimi, o dönemin SavaÅŸ adlı mecmuasına gönderelim, diye zarfladılar. Ben de daha sonra onu askerlik sonrası yayınladığım “Gizli Bir Ses Dedi ki” adlı, kitabıma aldım; unutmayayım diye. Fakat babamın o ÅŸahane mektubunu neden alıp saklamadım diye üzülür dururum. Ama öbür mektuplarının bazılarını, bazı kitaplarımın münasip yerlerine alarak yayınlamıştım. Babamdan gelen, ÅŸiir ve sanat yüklü mektupları alay karargâhındaki subaylar okumadan vermiyorlardı.

Ä°ÅŸte böyle, ilk iznim dört aylık askerken gerçekleÅŸmiÅŸti. Geldim Malatya’ya. Babamı, anamı, çoluk çocuÄŸumu yakınlarımı görmüÅŸtüm. Fakat bir yıl sonra ikinci iznime geldiÄŸimde babamı bulamamıştım; Allah’ın rahmetindedir inÅŸallah. Bir üçüncü izinde de, 2. oÄŸlum Mehmet Sanih’i bulamamıştım. Üç buçuk yıllık askerlik böyle geldi geçti…

Harp durdu. Güya dünya sulha kavuÅŸtu. Bizler de tezkere alıp yuvamıza saÄŸ salim döndük… Selami dört yaşına girmiÅŸ; kardeÅŸim Mehmet Esad Tıbbiyeye, küçük kardeÅŸim Mehmed Mes’ud sanat okuluna devam ediyorlardı. Anam çok ÅŸefkatli ve muktesit bir hanımdı. Babasız bulduÄŸu biz evlatlarına gönlünü kucağını açmıştı. Benimle beraber bu çetin yılların çilesini çeken azize eÅŸim; darlıkta da varlıkta da rahim dayanağımdı… Dualar bizimleydi. Biraz borç parayla iÅŸe baÅŸladım. Dört beÅŸ sene içinde memleketin en verimli terzihanelerinden birini kurmuÅŸtuk. Öyle oldu ki konfeksiyon deÄŸil, sipariÅŸle iÅŸ yapan ve gıpta edilen, o günün en iÅŸlek atölyesini nasip etmiÅŸti Allah, ÅŸükrolsun… Emniyetçilikten valiliÄŸe gelmiÅŸ ÅŸehrimizin valisi Ahmet TekelioÄŸlu sade müÅŸterimiz deÄŸil, kültür hamuleli ÅŸefkatiyle fikir alışveriÅŸi yapabildiÄŸimiz bir yakınımız durumunu da arzeder olmuÅŸtu. Malatya’daki birliklerin komutanı Kemal paÅŸa da; giyinmesini bilen diÄŸerleri de fikri tartışmalarla diyalektiÄŸimizin teÅŸekkülüne vesile oluyorlardı. Åžimdikileri bilemiyorum; iÅŸi 223 yıldır bırakmış durumdayım. Fakat hala terzihaneler kadar arayıcı, fikir alış veriÅŸi yapabilecek hiçbir sanat yuvası düÅŸünemiyorum bile...

Atölyemiz için üstad Necip Fazıl Kısakürek, ‘Malatya münevverlerinin akademisi’ diye yazmıştı, Büyük DoÄŸu’da… Ergün Göze benzer iltifatlarla yazılar kaleme alıyordu. Liseyi Malatya’da okuyan Yavuz Bülent Baki’ler (merhum babası Cezmi AÄŸabey ÅŸehrimizin nüfus müdürü idi. Allah rahmet buyursun, Müslümanların dertleriyle dertlenen, her fırsatta bizi yalnız bırakmak istemeyen ‘babacan bir kiÅŸiliÄŸe sahipti.’ Ä°ÅŸte bu Yavuz Bülent yeÄŸenimiz onun oÄŸluydu. Hukuku bitirdikten sonra müellif ve içli bir ÅŸair olarak belirmiÅŸti. Dergilerde, gazetelerde, konferanslarında bizleri unutmayan vefakâr bir kardeÅŸti. Mesela Türkiye Gazetesindeki bir makalesinde ÅŸunları da yazmıştı; BaÅŸlık: “Malatya Malatya bulunmaz eÅŸin… 1950’li yıllarda adeta bir çöl durgunluÄŸu içinde bulunurken, Malatya’lı aÄŸabeylerimin silinmez izleri vardır. Said Çekmegil’in Orhan TürkdoÄŸan’ın, Gökhan EvliyaoÄŸlu’nun aydınlıkları, benim üzerime 1953 yılından itibaren düÅŸmeye baÅŸlamıştır… “Malatya Malatya bulunmaz eÅŸin” diye uzun yazısını baÄŸlamıştı. (28.3.1992 Türkiye) Malatya’nın Nihal Atsız, Arif Nihat Asya ve Vasfi Mahir Kocatürk gibi tanınmış edebiyatçılardan çok alıp verdikleri vardır … Özetlersek, çoÄŸunlukla saÄŸ tandanslı elitlerin uÄŸrak yeri oluyordu maÄŸazamız. Sol kesimden de gelenler oluyordu. Aralarında Müslümanlara artık gerici gözüyle bakamayanlar olduÄŸu gibi, Müslüman olanlar bile oluyordu. Mesela, ‘…artık kendimi Kur’an’a teslim ediyorum…’ gibi duygulandıran ifadeleri bir bildiri ile neÅŸredenler bile olmuÅŸtu. O, günün hatırası olsun diye, “Ä°ktisat Anlayışımız” adlı kitabımızın sonuna almıştık o bildiriyi, (2. baskısının 121. sayfasındadır.)

Bir de cins bir kafa, orta öÄŸretim görevlisi Ä°brahim GüneÅŸ beyin ustaca tahrikleriyle fikir sohbetlerine gelmeye baÅŸlamıştı. Ä°kisi de aynı okulda orta öÄŸretim görevlileri olarak tartışa geliyorlarmış. Ali Kılıç adlı bu genç öÄŸretmen, benzeri her sosyalist gibi çok entelektüel ve militan tavırlı bir kiÅŸilik taşıyordu. Sohbetlerin tenkit turlarında, talebelerinin kritiklerine bile muhatap olamaz bulunca kedisini, fikir sancılarına tutuluyor. Dedik ya, cins ve kiÅŸilikli bir yapısı vardı. Sonradan öÄŸrendiÄŸimize göre, sabahlara kadar yatmıyor, okuyor, düÅŸünüyor ve tartışıyor hale girmiÅŸ. DiÄŸer solcular arasında da, güzel yolu seçenler olmuÅŸtu. Ama Ali Kılıç kadar çabuk; hızla 6 ay içerisinde Ä°slam’ı seçeni hatırlamıyoruz. Kendisi “Mefkûre’de kaleme aldığı bir yazısında, fikir çileleri arasında yol aradığını izah ederken diyor ki: “…tetkike baÅŸladım. Bana bu sırada bir el uzandı. Malatya’nın dikenleri arasında kendi kendini yetiÅŸtirmiÅŸ bir gül misali eldi. Davasında öyle samimiydi ki, yaÅŸamasında kusur ararken, yeni yeni gerçeklerle karşılaşıyordum. Kendi kendime düÅŸünürken… Tek sistem, hurafe ve bidatlerden arınmış yaÅŸama ÅŸekli… Allah Resulünün izi tek yolun Ä°slam olduÄŸunu… kavradığını” açıklıyordu yazısında.

Bu kardeÅŸlere benzer, yazılıdan çok sözlü ifadeler, fikir sohbetlerinin verimli tarzını gösteriyor, ÅŸevkimizi artırıyordu.

Åžehrimiz genelde kültür-fikir ağırlıklı çalışmalara açıktı. Bir ara benim de baÅŸkanlığına seçildiÄŸim “Malatya Kültür DerneÄŸi’nin kurucu baÅŸkanı Avukat Nüvit Yetkin bey (sonradan milletvekili ve senatör) kültür hamulesi geniÅŸ, dönemin en popüler kiÅŸisiydi. Politikaya atılınca tüzüÄŸü politikaya müsait olmayan dernek tarafından ihraç edilmiÅŸti. Kurup geliÅŸtirdiÄŸi bir ocaktan gözleri dola dola ayrılmak durumunda kalmıştı. 1960’lı yılların ihtilal ÅŸartlarına raÄŸmen, en cesur hukukçu gazetecisi Gökhan EvliyaoÄŸlu da (sonradan o da milletvekili) bu derneÄŸin kurucusu idi. Politika onu da aldı götürdü. Bu dernek her kesimden, herkese, saÄŸ-sol demeden açık bir ocaktı. Zaten haftalık sohbetlerinin adı “Ocakbaşı Sohbetleri”ydi.
Sonraları bu dernek tatile girince, mühendis Mehmet Helvacı beyin baÅŸkanlığında Alaaddin Gürün (sonra da Kriter sahibi), Yük. Müh. Mehmet Kapıdere, ilim adamı Åžeyho Duman, ÅŸair Erdem Åžentürk ve Hüseyin Kiraz hocamız gibi münevverlerle beraber kurulan “Malatya Fikir Kulübü” onun yerini almaya çalışıyordu. Bu derneklerin boÅŸ bıraktıkları sahaları ise bizim atölye doldurmaya çalışıyordu, o günlerde.

Yıl 1952. ÇeÅŸitli dergi ve gazetelerde yazı ve ÅŸiirler yayınlıyor; konuÅŸmalar yapıyoruz. Bu cümleden olarak o yıllarda baÅŸlattığımız bir konferansımızı küçük bir risale olarak hazırlamıştık. Bu 10 Ekim 1952 tarihli “Büyük Cihad” adlı haftalık gazetede ÅŸöyle sunulmuÅŸtu: “… Okuyucularımızın çok iyi tanıdığı genç mücahit M. Said Çekmegil             bir formalık, gayet samimi ve lirik bir eda ile yazılmış bir konferansı,  …baÅŸtanbaÅŸa ateÅŸli bir ifadenin, …ÅŸahikaları yükselten iman kudretinin sırrına eren bir hassasiyetle akışı… Adeta manevi bir âlemde yaÅŸar gibi oluyor… Devrin mezelletini de açıkça haykırmayı bilen ve yakın tarihten en sarih misaller veren  Çekmegil’in bu eserini ciÄŸerimize çekerek sütunlarımızda okuyucularımızın da istifadelerine arzeder, sahibinin alnından gözyaÅŸlarımızla öperken daha böyle nice nice baÅŸ döndürücü mevzularda kendisine muvaffakiyetler dileriz…”

Gerçekten de bu küçük eser çok ilgi görmüÅŸ; Irak’ta, el- Mektebetü’l- Ä°slamiye adını taşıyordu galiba, oradan “Müsaade ederseniz biz kardeÅŸlerinizin de okuması için Arapçaya tercüme edelim bu kitabı, diyen bir istek gelmiÅŸti. O dönemde mahalli gazete, Fırat ta, “iftihar ediyoruz ÅŸehrimizde neÅŸredilen bir eser Arapçaya çevriliyor..”, mealinde bir yazı yazmıştı baÅŸyazarı  DoÄŸan Toros…

Bu nevi teveccühler, noksanlıklarımızdan kaynaklanan çekingenliÄŸimizi azaltıyor. Gayretlerimiz ÅŸehrin dışlarına taşırıyordu. Küçük küçük yazılarımız, ÅŸiirlerimiz, Büyük DoÄŸu, Edebiyat Âlemi, Ehli Sünnet, Sebilürresad, Toprak gibi pek çok mevkutede çalışmalarımız yayınlanıyordu. Dualar ve mektuplarla yapılan tebrikler yorgunluklarımızı unutturuyordu…

Malatya müftülüÄŸüne -emekli dayımdan sonra- tayinen gelen muhakkik âlim ve müellif Ä°smail Hatip Erzen, Hasan Basri Çantay, Abdurrahim Zapsu ve Bediüzzaman gibi mücahit ilim adamlarının dua ve selamlarıyla teveccühleri heyecanımızın tatlı gıdalarıydı. Bizleri hakka teÅŸvik buyuran bütün Müslüman hocalarımıza duacıyız, hepsine rahmet olsun. MüÅŸaverelerimize üÅŸenmeden, yük yıkmadan yardımcı olarak bizleri kendisine müteÅŸekkir bırakan kardeÅŸimiz Bahaddin Bilhan hocamıza da selam olsun. Benzeri ilim adamları Malatya’dan eksik olmadı. Merhum Said Ertürk hoca da halka cesur istikametler veriyordu. Onunla münasebetimizi de deÄŸerli oÄŸlu Ahmed Ertürk, Süleyman ArslantaÅŸ kardeÅŸimizin hazırlayıp neÅŸrettiÄŸi, “Sait Hoca’nın Anısına;  Ä°zler” adlı kitabında etraflıca anlatmıştım.
Ahmet Ertürk, mülkiyede okurken, bir ara ‘Malatya Fikir Kulübü’ baÅŸkanlığı da yapmıştı sonraları müfettiÅŸ ve genel müdür yardımcılıkları ve çeÅŸitli dergilerde istifadeli güzel makaleler yazar oldu. Ä°ÅŸte bu kardeÅŸimiz Ä°ZLER kitabında babası merhumu anlatırken diyor ki: Babam “Hoca, Malatya’nın köylerine taşındığı gönden itibaren ÅŸehir merkezine her gidiÅŸinde ilginç ve yoÄŸun bir fikir çevresi içinde bulur kendini. O zamana kadar yaÅŸamadığı bu serbest tartışma ve düÅŸünme ortamı onu cezbeder. Bu ortamın baÅŸlıca iki kahramanı, zamanın Malatya müftüsü Ä°smail Hatip Erzen ile.. Büyük DoÄŸu hareketine katkıları ile tanınan M. Said Çekmegil’dir. Ä°smail Hatip Erzen Mısır’da eÄŸitim görmüÅŸ ve bu sayede Ezher Ekolü’nün yenilikçi… yaklaşımı ile yakından tanışmış, Arapçaya ve Ä°slami ilimlere derin vukufiyeti bulunan bir ilim adamıdır. Çekmegil de, bir taraftan Necip Fazıl ekolünün ortak/cesur çıkışları içinde yetiÅŸmiÅŸ, ama daha köklü ve sorgulayıcı bir fikir temeli edinme çabası içinde bulunan bir düÅŸünce adamıdır.

Ä°ÅŸte bu iki deÄŸerli insanın birbirini tamamlayıcı vasıfları ile oluÅŸturdukları verimli tartışma ve düÅŸünme ortamı Said Hoca’yı da içine çeker. Hoca Ä°smail Hatip Erzen tarzına daha yakın olduÄŸundan o da, Said Çekmegil’in sorgulayıcı ve tartışmacı üslubundan oldukça etkilenir ve ilmi kapasitesine bu üslubu ekleyerek ‘Sarsıcılık’ ile ‘inÅŸa edicilik’i birlikte ihtiva eden bir senteze ulaşır.”

Mümin ve musalli mesai arkadaÅŸlarım, çok aziz meziyetlerle donanmış fıtrattaki zevcem, yüz akım çocuklarım; kısaca muhitim yüce Rabbimizin bir lütfü keremi olarak yardımcılarım ve dayanaklarımdı. Kendilerine layık olabildim mi bilmiyorum ama onlarla daima ÅŸükrüm artıyor. Rahim Allah dareynde muinleri olsun. Karınca kadarınca bir ÅŸeyler yapabilmiÅŸsek, bütün yakınlarım da ecirlenirler, inÅŸallah.

Latif ve Habir olan Rabbimin, layık olmaya duacı olduÄŸum bu imkânlarını israf ettim mi acaba, diye kendi kendime sorduÄŸum anlar çok olmuÅŸtur.

Elbette her insan gibi ‘fücür’a, bizler de açıktık. Kusurlarımız, yanılgılarımız elbette oldu; oluyor. Temiz müziÄŸi sevmek günah deÄŸildi, ama okuma zamanlarını alabiliyordu. Bilardo gibi oyunlar bir nevi spordu, ama çalışma vakitlerini alıp götürüyordu. Satranç zekâ temrinleri oluyordu, ama namaz vakitlerini dahi geçirme tehlikesini oluÅŸturuyordu… Åžeyhülislam Mustafa Sabri’nin “Dini Mücedditler” adlı eserinde, “Günahı iÅŸlemek günah olduÄŸu gibi, baÅŸkasına söylemek de bir günahtır” fetvasını okumasa idim, belki ibret olsun diye, ben de sevmediÄŸim hallerimi söylerdim…* Ä°ÅŸte zaaflarımızdan biri; müzik günah deÄŸildir, ÅŸeklindeki kanaatimizi arzetmiÅŸtik. Ancak çirkin sözler taşıyan güfteleri hoÅŸ göremiyorduk; hoÅŸ da deÄŸildi. Bu yüzden, müzik ihtiyacını giderebilecek bazı hoÅŸ bestelerin sözlerinin bazı yerlerini deÄŸiÅŸtirerek terennüm edebiliyorduk. Mesela “Urfa Türküsü’nü ÅŸöyleleÅŸtirip okuyorduk ara-sıra.

Bu yeni güftenin bir kısmı, Kriter dergisinin 45. sayısının 27. sayfasında, Malatya’nın ses sanatkârı dediÄŸi Sami Kasap imzası ile gündeme getirilmiÅŸti. Birkaç kıtası, örnek olarak ÅŸöyleleÅŸtirilerek verilmiÅŸti:

“Urfa’lıyam ezelden
Gönlüm ÅŸad Lemyezelden
Gönlümün gözü aydın
İmanlıyam ezelden

AÄŸam olasın Ömer
Hocam olasın Ömer
Ä°slam kalasın Ömer
Selam olasın Ömer

Urfa bu yana düÅŸer
Ä°man insana düÅŸer
Bu ne biçim insanlık
Her gün isyana düÅŸer.

Ağam olasın.. (nakarat devam)

Kriter'in notu: Bu otobiyografi  M. Said Çekmegil'in kızı Selma ARSLANER kardeÅŸimiz tarafından tape edilerek sitemize armaÄŸan edilmiÅŸtir. Selma hanıma teÅŸekkür ederiz. kriter

Yorum

Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.

Powered by AkoComment 2.0!

Son Güncelleme ( 08-12-2009 )
< Önceki   Sonraki >


Advertisement

Kullanıcı Girişi
Ziyaretçi Sayısı
111416474 Ziyaretçi
 
www.beyaz.net