KUSMAK İÇİN YEMEMELİ M. Selami ÇEKMEGİL Allah’ın kudretinin bazan beklenmedik tezahürleri bizi pekala hayrete düşürebilir. Bu tezahür bireysel sınavımızın bir gereği olabileceği gibi, toplumun eylemine ve tavrına bir karşılık ta olabilir. Bazı imkanlar hayra kapı açmamız için verilebileceği gibi bazı mahrumiyet ve meşakkatler de zararlı tasallutlardan korunmamız için görünmez bir kalkan vazifesi görebilir.
Mesela, bundan iki-üç yüz sene önce, o sıcak Arabistan’ın kızgın çöllerinde bugün tüm insanlığı birbirine boğduran petrolün fışkıracağını kim tahayyül edebilir di? Acaba insanlık alemi için bu kadar önem taşıyan petrol Ortadoğu’nun bu bölgelerinde fışkırmasaydı, materyalizmin azat kabul etmez köleleri , bu yöre halklarını bu denli rahatsız eder miydi? Acaba bu yöre halkları petrolsüz fakir gözüken yurtlarında mı daha huzurlu olurdu, yoksa Batılı ülkelerin bankalarında trilyonlarla Dolar stoklayan zenginlikleri içinde mi daha rahatlar? Bu sorular hep ihtimali ve kuşkulu bakışların soruları. Ama ihtimali ve kuşkulu olmayan bir gerçek var ki, o da, Adaleti dünyaya egemen kılma çabası ile görevli insanoğlunun, buna gerekli vasıtaları elde etmek için çaba harcarken, asıl hedefini unutmasının ve kendine bu görev için verilen imkanlarla, onur, sevap ve şahsiyet giysisinden arınmasının kendisine iyi bir gelecek hazırlamayacağıdır.
Elbette ki Allah dileseydi bir anda, insan idrakini hepten iflas ettiren tezahürlerle, çölde kum altındaki kayaları delerek fışkıran petrollerin bedeli ile altından ırmaklar akan cennetleri, bu dünyada da o yöre insanına bahşedebilirdi. Ama onun yöntemi bu değil; Onun yöntemi, bu geçici sınav dünyasında olayları bir sebep ve sonuç zincirine bağlamak şeklinde tezahür etmektedir.
Bundan yüz-yüzelli sene evvel, Amerikadaki bir yakınınızdan, ancak gemilerin getireceği bir mektupla, belki bir ay sonra haber alabilirdiniz. Ama bugün, dünyanın temsili hükümdarı ABD başkanının talimatını Uzak veya Ortadoğudaki bir valisi, anında, görüntülü olarak alabiliyor. Bunun sebebi Allah’ın varettiği radyo-TV dalgalarının insanca keşfedilerek kullanıma alınabilmesidir. Bu sonuç, bu sebepledir. Eskiden insanlar için havada uçmak, nail olamayacakları bir evliyalık kerameti idi. Bu gün uçuş kanununu yanına alan, dünyanın en rezil bir homoseksüeli dahi göklerde uçabiliyor.
Şu halde insan, ulaşmak istediği şeylerin sebeplerine yönelmeli ve gereğine teşebbüs etmelidir. İnsanoğlu bazı şeyleri önünde hazır bulur: teneffüs ettiği hava gibi... Onu kirletmedikçe ve kirletilmesini engelledikçe, o havada hayat bulur. Ama bazı şeyleri elde etmesi için çaba göstermek durumundadır. Tıpkı Moskova’dan Hacca gitmek isteyen bir kimsenin bazı riskleri göze alarak yolculuğa çıkması gibi... Fakat bazı öyle şeyler vardır ki, canını çıkarsa bile insan onu elde edemez: tıpkı ruhun mahiyetini, künhünü anlamak gibi...
İşte insan bu konumlarda bazı vasıflar kazanır. Bu vasıflar iyi olabileceği gibi kötü de olabilir. Hazır bulduğu temiz havayı ve çevreyi bozan nankör; erişebileceği iyiliğe yönelik yeni imkanlar için uğraşı vermeyen tembel günahkar; erişemeyeceğini bildiği, pratik sonucu olmayan hususlar için vakit ve enerji tüketen ahmak; elde edebildiklerini küçümseyip değerlendirmeyen ve işini hiçbir makul izahı olmaksızın başkasına havale eden ukelâ, küstah ve asalak... İyi vasıflı insan elindekilerin değerini bilerek daha iyi için çaba sarfetmeli, elde ettiği imkanları başkalarının da mutluluğunu sağlayacak şekilde seferber ederek dünyaya Adalet güneşinin doğması için bitimsiz mutluluğa doğru yol almalıdır. Kendini tanımak için de Kur’anı anlamalıdır.
Esasen Kur’anı temiz bir kalple okuyunca insanın ufku genişliyor, fikri ötelere varıyor. Tıpkı berrak bir yaz gecesinde köy evinin damında, ince bir yorgan altında yatarak yıldızları seyredenlerin ötelere gitmesi gibi. Tıpkı, onun hayal dünyasını zenginleştirerek sonsuzluğa, uzaya, uzanıp; gökteki ay’la arkadaşlık kurması gibi...
Acaba Astronomi dersini bundan dolayı mı lise müfredatından çıkardılardı dersiniz?.. Çocuklarımızın his dünyasını körelterek ufuklarını daraltacak bu işi niçin yaptılar? Uzayın sonsuzluğuna uzanan hürriyet özlemini dizginlemek, feza yarışını başkalarına bırakıp bizi montaj otomotiv sanayiinin içine hapsetmek daha mı iyi bir politikadır? Niçin kökeni bizde olan ve bizden dünyaya uzanan astronomiyi çocuklarımızın ilgi alanı dışına çıkardılar? Dünyaya göklerin sırrını açan İstanbul rasathanesi gibi yeni bir uzay istasyonu kurma hevesine kapılmamız çok mu kötü olurdu? Yoksa ufkumuzu bağlayan dünyanın sınırlarını aşarak Cenneti düşlemek kötü bir umut mu olurdu, niçin???.
Kendisi concordance gibi bilimsel hadis çalışmalarını yürüten Batılı politika merkezlerinin, bizim Kur’anla ilişkimizi kesmek istemeleri de acaba böylesi benzer sonuçları elde etmeleri için mi dersiniz; niçin?..
Bakın Kur’an der demez neler geldi hemen aklımıza. Bakara 60 ve 6l. Ayetlerini okuyunca daha da neler doluşacak düşünce dünyamıza. Kur’anın bu iki ayetteki anlatımından anladığıma göre: Hz. Musa toplumunu Firavunun esaretinden kurtararak hürriyetine kavuşturmak için arz-ı mev’uda doğru yola koyulup hicrete yöneliyor. Bu hürriyet yolculuğunda Allah onlara verdiği hürriyet nimetinin büyüklüğü yanında küçük bazı meşakkat ve mahrumiyetler de yüklüyor. Bu bize dünyanın Cennet olamadığını, hiçbir nimetin de bu dünyada uğraşısız ve fedakarlıksız elde edilemeyebileceğini göstermesi bakımından önem taşıyor. Çöl yolculuğunda arz-ı mev’uda doğru susuzluk çekiyorlar muhtemelen. Allah’a dua ediyor, su istiyor, Hz. Musa...
Allah: sanki ‘uğraş, çaba sarfet, elindeki asanla vur taşa' diyor. Taşa vuruyor Musa. (Mümkün ki kalker) taş parçalanıyor ve l2 gözden l2 pınar fışkırıyor. Ve Allah öğütlüyor: “verdiklerimden yiyin, için ama yeryüzünde kötülük ederek fesat çıkarmayın” diyor. Fakat insanoğlu işte; verilenle tatmin olmuyor; aksine , şımarıyor. Eski esaretin acısını çabucak unutuyor. Hürriyet ve onur içinde yediği av hayvanlarının (bıldırcın) etinin güzelim lezzetinden bıkarak ulaştığı bu hürriyet atmosferinde mahrum kaldığı kıtipiyoz, ıvır-zıvır şeylerin hasretine düşüyor. Ulaştığı mazhariyetlere şükredecek yerde, özlediği lezzetlerin şikayetini dile getiriyor. Hem de kendine bu mazhariyetleri kazandıran bir peygamber lidere karşı, küstah bir uslûp içinde... Kendilerine su bulan Hz. Musa’ya bu kez de diyorlar ki: “Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız; artık bizim için Rabbine dua et de,. bize yerin bitirdiklerinden: hıyarından, sebzesinden, sarmusağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın”.
Buradaki uslûp ve ifadenin saygısızlığına bakın: Kendileri dua etmiyorlar, kendileri uğraşmıyorlar; Musa’ya ısmarlıyorlar. Kendilerine hürriyet yolunu açan, kendilerini esaretten kurtaran bir lidere, biz artık tek çeşit yemeğe katlanamayız diye asice tavır koyuyorlar. Hz. Musa da veriyor cevaplarını: “Siz daha hayırlı olanı (hürriyeti, onuru, haysiyeti) daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz; inin bir kente (dönün Firavunun Mısırına) orada istedikleriniz var!” diyor... Bu kadir bilmez küstah tavrın cezasız kalması elbet beklenemezdi: “böylece, onların üzerine alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu; Allah’ın gazabına uğradılar. Çünkü onlar Allah’ın işaretlerini (gerçekleri) reddediyorlar ve haksız yere (bu gerçekleri işaret eden) elçilerini öldürüyorlardı. Bu, isyan ederek aşırı gitmelerindendi.” (bkz. K. II/6l).
XXX
İnsan Allah’ın verdiklerinden yemeli içmeli ama asla bozgunculuk yaparak dünyayı fesada veren yiyicilere prim vermemeli. Haddi tecavüz ederek tekrar yemek için eski Romalılar gibi yediğini kusmayı amaçlamamalı. Ortalığı kusmukla doldurmamalı. Ne var ki insan bir kere Romalılaşmayagörsün; dur-durak bilmeksizin ister de ister. Amacı yaşamak için yemek yerine yemek için yaşamak haline gelir. Zevkleri bile dejenerasyona uğrar. Köy bahçelerindeki sabah bülbülünün sesi yerine, şehrin tiyatro sahnesindeki (işinin ehli olmayan) kütük bir sopranonun böğüren operasına özenir. Ufuk açan temiz ve berrak bir hava yerini disco’nun dumanlı ve loş atmosferindeki seksin mekanik ritmine bırakır. Ebediyete uzanan onurlu bir hayat çizgisi yerine uyuşturucu izbelerin umutsuz köşelerindeki sefalete yönelik görüntüler gündeme gelir. İnsan böyledir işti: “eşeğin arkadaşlığı”(*) yerine trafik canavarının gönüllü kurbanı olur...
Ama unutmamalı ki, bunlar da bir hayat gerçeği. Bunları da kafamızı deve kuşu gibi kuma gömerek, görmezlikten gelemeyiz. Bu gerçekler ortamında nasıl yol almamız gerektiğini işaret eden ilahi ikazlara arka dönen ahmaklar gibi davranamayız... Allah-u Alem!...
M. Selami Çekmegil
(Çoban Tefsiri'nden)
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |