KIYAMET (2012 !)
* Halit Özdüzen
Araştırmacı-Yazar
Kıyamet, Arapça ayağa kalkma, ayakta dik durma, diriliş, bir şeye
kalkışma, baş kaldırma ve isyan manalarında olan “kıyam” sözcüğünden
türetilmiş olup, çeşitli mecazi anlamları olmakla beraber, İslam
inancında genel tanımıyla, dünya yaşamının son bulup ahiret yaşamının
başlayacağı büyük olay olarak anlaşılmaktadır.
Kıyamete inanmak, Hz. Adem’le başlayan İslam
inanç sisteminin altı inanç ilkesinden biridir. Kur’ân-ı Kerim’de , “kıyamet
kopma zamanı” anlamında saat kelimesi kırk yerde geçmekte, vukuu ve sonuçları
ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Aynı şekilde Tevrat ve İncil’de de belirtilen
ahiret hayatı, Hz. Muhammed’in hadislerinde de geniş yer bulmaktadır. İnsanın
vefatıyla kendisi için kıyamet yaşamı başlamış olduğundan, buna küçük kıyamet
anlamında “Kıyamet-i Suğra” denilmektedir.
Yazının ilerleyen pasajlarında İslam’ın
kıyamet inanç ve anlayışına değineceğiz ve öncelikle -son yıllarda üzerinde
büyük spekülasyonlar yaratılarak insanların kafası karıştırılmak istenen- Maya
takvimi ve ona atfedilen “Kıyamet 2012” kehanetleri üzerinde durmaya
çalışacağız.
MAYALAR Güney
Amerika kıtası halklarından olan Mayaların köklerini tarihçiler M.Ö. 2000’li
yıllara kadar götürmektedir. Kaynaklar Maya kültürünün M.S. 250-950 yılları
arasındaki dönemini onların altın çağı olarak gösterir. Siyasal ve sosyal
kültürlerini 16. yüzyıla kadar sürdüren Mayalar, İspanyol istilasından sonra
Amerika Kıtasını diğer yerlilerinin yaşadığı gibi soykırım, zorla
Hıristiyanlaştırma, toprak ve servetlerinin yağmalanması gibi,
karşılaştıkları barbarlıklar sonucu, azınlığa düşerek çeşitli kavimlerin
arasında erimişlerdir. Günümüzde Maya halklarından kalanların sayısının
300.000 civarında olduğu sanılmakta, yoğunluklu olarak Güney Meksika ve
Guatemala çevresinde yaşamakta, genellikle tarım ve dokumacılıkla
uğraşmaktadırlar. Mayalardan o günün şehirleri Uxmal, Copan, Petel ve başkent
Tikal’den günümüze önemli kalıntılar intikal etmiş olup, saray ve piramit
şeklindeki mabetler ve arkeolojik kazılarda çıkan buluntular, yaşadıkları çağda
komşularına kıyasla kültür ve sanatta ne kadar ilerde olduklarını
göstermektedir. Maya uzmanı bilim
adamları, Mayaların kullandıkları hiyeroglif yazının Orta Amerika bölgesinin en
gelişmiş yazısı olduğunu belirtmektedirler. Bu gün için Mayalara ait olduğu
belirtilen takvim, Maya öncesi Orta Amerika halklarının kullandığı ortak
takvimdir. Maya hiyeroglifleri ile günümüze ulaştığından “Maya Takvimi” olarak
bilinmektedir.
Kaynaklara göre yerel lisanla “Haab” adını taşıyan takvim,
bazı farklılıklarla bugün kullandığımız güneş takvimine benzemektedir. Bir yıl,
20 şer günlük 18 ay ve 5 ek günü kapsayan 365 gün olarak belirlenmiştir. Takvim
başlangıcı Miladi Takvimde M.Ö. 21 Aralık 3113 yılına denk gelmektedir. “Uinal”
olarak adlandırılan bu 20 günlük ayların toplamı 360 gün tutmakta, Maya zaman
ölçümünde buna “tun” adı verilmektedir. Takvim 5000 yıllık periyodu kapsayacak
şekilde 144.000 (bak) “tun” olarak düzenlendiğinden süreç 2012 Aralık ayının
21’inde son bulmaktadır. Mayaların da
gök bilimi ve yıldızları takip konusunda Sümerler gibi gelişmiş bir millet
oldukları bilinmektedir. Rahiplerinin sihir, büyü ve astroloji bilgisi
yanında gizli bilgiler olarak nitelenen ezoterik bilgilerle uğraştıkları, o
kavmin devamı olan toplumlarca günümüzde de -yasaklanmış olmasına rağmen- hala
yaygın olarak kullanılmasından anlaşılmaktadır.
Mayalar
hiçbir zaman 21 Aralık 2012’nin kıyamet tarihi olduğunu belirtmedikleri
gibi, tarihin sonu olduğunu da söylememişlerdir. Ayrıca gerek o ırktan
gelen araştırmacılar ve gerekse de Maya uzmanlarının çoğunluğu da böyle bir
iddiada bulunmamaktadır. Öyleyse popüler kültürün ürünü olan bu sav nereden
çıkmıştır? Meksika’nın Tabasco bölgesinde Maya yerleşim alanında
bulunan klasik döneme ait tabletlerden bazıları günümüzde 2012 kıyamet
teorisinin en önemli kanıtı olarak tanımlanarak, çıkar amaçlı kullanılmıştır.
Altıncı Tortuguero Anıtı'nda Maya zaman dilimine göre takvimin son bölümü olan
13. “tün”ün sonu yukarıda da belirtildiği gibi bu
günküGregoryen takviminde 2012 yılına karşılık gelmektedir.
Maya uzmanı Mark Van Stone yazıtın üzerinde “13. (bak)tun sona
erecek...” yazısından sonra “siyah...kaplayacak ,gökten gelecek...”
yazdığını söylemiş, ancak yazıların hasarlı ve silik olması yüzünden net bir
açıklama yapılamayacağını belirtmiştir. Buradan yola çıkan bazı açıkgözlerin,
yazdıkları bilim-kurgu kitaplarının liste başı olduğunu gören Hollywood
yapımcıları, olayı sinemaya aktarmış ve bolca reklam pompalayarak yeşil
dolarları ceplerine indirmişlerdir! Bütün ülkelerde eşzamanlı olarak
vizyona giren filmin Türkiye sinemalarında üç haftada bir milyon seyirciye
ulaştığını söylersek, yapıtın ne kadar sanatsal ve bilimsel(!) ve ne kadar
dolarsal değerde olduğu
anlaşılacaktır. Hiç
kuşkunuz olmasın, yakında bu ve benzer konular daha cafcaflı
tavalarda ısıtılıp -yeni mönüymüş gibi -önümüze
servis yapılacaktır!... Bu gelişmeler
olurken, astroloji ve ezoterik (gizli bilgi iddiası) şarlatanları “Kıyamet
2012” tellalı kesilerek basında baş köşelerde yer alırken, bilim adamlarının
karşıt düşünce ve görüşleri, ya yer bulamamış ya da televizyonların gece
kuşaklarıyla yazılı basının iç sayfalarında verilmiştir. Tartışmalar
alevlenip yetişme çağındaki çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etkiler
oluşmaya başlayınca, ABD Ulusal ve Havacılık Dairesi (NASA) bilim
adamlarından David Morrison “Kıyamet 2012” filmine yönelik tartışmalardan sonra
bazı sorulara tatmin edici yanıtlar vererek, ortamın şimdilik kısmen de olsa
sakinleşmesini sağlamıştır. Şimdilik diyoruz çünkü: Yayınevleri bu tarz
kitaplarını satacak okur buldukça, yazılı ve görsel basın, tiraj ve
reyting hesaplarıyla şarlatanlara yer verdiği sürece, “reklam verenler” de
medya mahallesindeki değirmene su taşımaya devam
edeceklerdir.
İDDİALARA
CEVAPLAR NASA uzmanı
David Marrison’a sorulan sorular ve verdiği cevaplar orijinalinden tercüme
edilerek aktaran kaynaklardan şöyle özetlenebilir: 1.
Soru: 2012 yılında kıyametin kopacağı nereden çıktı ve
Mardukla bağlantısı nedir? Cevap: Marduk ve kıyamet
söylentilerinin kökeni Sümerlilere dayanmaktadır. Sümerliler bu gezegenden
Anunnaki isimli uzaylıların dünyayı ziyaret ettiğine
inanmaktaydılar. 2. Soru: Sümerliler
astronomide gelişmiş bir uygarlıktı. Bu öngörüleri doğru çıkamaz
mı?
Cevap: Uranüs, Neptün ve Plüton’u keşfeden Sümerliler, Dünya’nın
Güneş etrafında döndüğünü dahi keşfedemediler. 3.
Soru: Marduk’un 1983 yılında “Gezegen X” olarak keşfedildiği ve kayıtlara
geçtiği doğru mudur?
Cevap:
1983 yılında IRAS uydusu tanımlanamayan bir şey görüntüledi; daha sonra bunun
bir galaksi olduğu anlaşıldı. Fakat basın bunu yeni bir gezegen olarak ilan
etti. 4. Soru:
İnternette yayınlanan birçok Marduk fotoğrafı var. Bunlar gerçek
midir? Cevap: Bu fotoğrafların
çoğunda Marduk’un güneşin arkasına saklanmış olduğunu göstermek ve bu görüşü
desteklemek için güneşle yakın gösterilmiş. Ancak bu fotoğrafların tamamı
fotoshop ürünüdür. 5. Soru: Marduk bir aldatmacaysa NASA neden bununla
ilgilenmekte ve ABD hükümeti neden bir açıklama yapmamaktadır?
Cevap: Maalesef iddiaları NASA ile ilişkilendirilmeye çalışıyorlar ve
internette de bunu engelleyebileceğimiz herhangi bir yasa bulunmamaktadır.
6. Soru: Marduk görüntülerini ve koordinatlarını Google Sky ve Microsoft
Telescope gibi uyduların kararttığı iddia ediliyor; bu doğru mu?
Cevap: Dünya sürekli hareket halindedir. Bu
yüzden bir gezegen sürekli aynı noktada görünemez. Ayrıca Microsoft
ve Google eksik veri yüzünden o bölgeleri boyadığını açıklamıştır. 7. Soru:
Maya Takvimi neden 2012 de son bulmaktadır?
Cevap:Mayalar çok zeki bir kavimdi. Karmaşık bir takvim
geliştirdiler ve dünyanın bu zamana kadar yaşayacağını öngöremedikleri için
2012 de sonlandırdılar. 8. Soru: 2012′de tüm gezegenler aynı hizaya
gelecek. Dünya da Samanyolu’nun tam ortasında yer alacak. Bu dünyanın çekim
kuvvetini tersine döndürür mü? Cevap:
Gezegenlerin aynı doğrultuya gelmesi özel bir çekim alanı oluşturmaz.
Dünya zaten Samanyolu’nun merkezinden 30 bin ışık yılı uzakta bulunmaktadır.
9. Soru: 2012 yılında çok güçlü düzeydeki güneş fırtınalarının dünyanın
manyetik alanını mahvedeceği tahminleri doğru mudur?
Cevap: Güneş fırtınaları yaklaşık olarak her 11 yılda bir
gerçekleşmektedir. Bundan önceki güneş fırtınaları 2001 yılında meydana
gelmiştir ve bir sonrakinin ise yaklaşık 11 yıl sonra yani 2012 civarında
meydana gelmesi öngörülmektedir. Bu tip fırtınalar ve patlamalar insan veya
Dünya üzerindeki herhangi bir canlı için tehlike oluşturmamaktadır. Dünya’nın
magnetosfer tabakası uzaydan veya güneşten gelen herhangi bir tehlikeyi
tutmakta veya saptırmaktadır. Bu nedenle manyetik kutupların savrulması, ters
dönmesi gibi bir durum beklemek bugün için yersizdir. Böyle bir manyetik
dönüşüm sadece 400.000 yılda bir kez olmaktadır. 10. Soru: 2012 yılında
Dünya’ya meteor çarpacak mıdır? Cevap: Dünya,
kuyruklu yıldız ve gök taşı çarpmalarına her zaman maruz kalmaktadır. Bununla
beraber çarpmaların büyük çaplı zararları çok nadirdir. Son büyük çarpışma 65
milyon yıl kadar önce olmuş ve bu dinozorların yok olmasına sebep olmuştur.
Henüz bu boyutta bir tehlike belirlenmemiştir.
Gaybı, Yüce Allah’tan
başkasının bilmesi mümkün değildir. Bu nedenle kıyamet saatinin ne zaman
gerçekleşeceğini ne Sümerlerin ne de Mayaların bilemeyeceği gibi, teknik ve
teknolojinin bunca gelişerek uzayın kapılarının aralanmasına rağmen Big-Beng
teorisini test eden çağın âlimleri de belirleyemeyecektir. Birçok
alametin gerçekleşmiş olduğu kesin olmakla beraber, Hz. Peygamberin
hadislerinden anlaşıldığı kadarıyla, yeryüzündeki salih kulların miktarının
yüksek olduğu bir dönemde kıyamet
kopmayacaktır. Yaşayanlar
görecektir ki 2012 tarihi geldiğinde takvim hatası olduğu belirtilip 2014’e
ertelenecek; o tarihte de vuku bulmayınca yeni bir teori ile yeni kehanetlerde
bulunulacaktır. Nitekim bazı felaket tellalları, daha önce Dünya’ya bir
gezegenin çarpacağı tarihi 2003 olarak belirlemişlerdi; gerçekleşmeyince
2012’ye ertelediler. Bir atasözümüz vardır: “Bir delinin kuyuya
attığı taşı, bin akıllı çıkaramamış.” Fakat bir gerçek var ki insanoğlu çevreyi
tahrip edip ekolojik dengeyi bozarak ozon tabakasının yırtılmasını
sağlayıp küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi sebeplerle
kıyametten önce kendi sonunu
hazırlamaktadır!... KIYAMET NE
ZAMAN KOPACAK Yüce Allah (C.C.)
Casiye Suresinde “Kıyamet kopunca, işte o gün batılda
olanlar hüsrana uğrayacaklardır.”( 45/27) buyurduktan sonra,
Ahirette sorguya çekildikleri zamanki şaşkınlıklarını da şöyle
haber vermektedir: “Gerçekten Allah’ın vaadi haktır, kıyamet saatinde
hiçbir kuşku yoktur.” denildiği zaman siz: “Kıyamet saati de
neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca bir zanda (ve tahminde)
bulunup zannediyoruz; biz kesin bir bilgiyle inanmakta olanlar değiliz.”
demiştiniz. (45/ 32) Bir başka ayette ise mealen: “Sana
ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar. De ki ona ilişkin bilgi
Rabbimin katındadır.”(Araf 7/187)
buyrulmaktadır. Bir
kere daha altını çizerek belirtmek gerekirse, gerek Kur’anda, gerekse de
hadislerde kıyametin kopuş zamanı konusunda bilgi verilmemiş, ancak o zamanın
öncesinde ve gerçekleşme sürecinde ne tür olayların olacağı konusunda bazı
bilgiler aktarılmıştır. Bunlardan en önemlileri: Dâbbetü’l arzın çıkışı
(en-Neml 27/82), Gökten insanları saracak bir duman (duhân) yayılması
(ed-Duhân 44/11-12) ve Ay’ın yarılacağı (el-Kamer 54/1) ayetlerde
geçmektedir. Ayetlerin yorumundan “duman” ve “Ay’ın yarılması”nın
kıyametin kopuşundan itibaren vuku bulacak olaylar olduğu anlaşılmakta olup,
Ahmet Bin Hanbel ve Müslüm’de yer verilen bir Hadis-i Şerifte, “Dabbe”nin bu
olaylardan önce vuku bulup, bazı temel gerçeklerin kesin olarak anlaşılmasını
sağlayacağı belirtilmektedir. “Dabbe” konusunu âlimler Müteşabihat
olarak ele alıp, ona çeşitli anlamlar yüklemiş fakat mahiyeti
hakkında, görüş birliği sağlayamamışlardır. Elmalılı Hamdi Yazır
“dabbe” sözcünün üzerinde durarak, “Bu ayette geçen ‘dabbe’ nekre
(belirtisiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dabbelerden başka bir
dabbe olması akla gelir.” diyerek, konuya yeni bir anlayış ve yorum
getirmiştir. Buradan yola çıkan bazı sözlük düzenleyicileri, “kelime
olarak ‘dabbe’nin hareket eden teknik alet ve nesneleri de kapsadığını”
belirtmişlerdir. Bu nedenle yeni araştırmacı ve yorumcular “dabbe”nin radyo,
televizyon, bilgisayar ve internet olabileceğini
savunmuşlardır.
Dabbetü’l Arz’dan Kur’an-ı Kerimde şöyle bahsedilmektedir: “O
söz, başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe(canlı) çıkarırız, o da
insanların ayetlerimize kesin bir dille inanmadıklarını söyleyecektir.” (Neml
27/82) Ayette varlığın canlı olduğu belirtilmiş, ancak hayvan
olduğuna dair herhangi bir ibare konmamış olmasına rağmen, tefsir âlimlerinden
bir çoğu ayette geçen “dabbe”nin hayvan olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu güne
kadar üzerinde görüş birliği sağlanamamasının önemli sebeplerinden biri de, ilk
dönem araştırmacı ve alimlerinin “canlı varlığı” mitolojik
hikayeler ve Yuhanna'nın Vahy kitabında (bap 13-14) geçen ve İsrailiyyat
kaynaklarında olağanüstü bir varlığa benzetmelerinden kaynaklanmıştır.
Bazı kitaplarda o yaratık anlatılırken gerçekmiş gibi resimlerle de süslenmesi,
akılları iyice karıştırmıştır. Çağımız tefsir âlimleri ve araştırmacılar
dabbeyi: kıyamete doğru insanların bazı gerçekleri anlamasını sağlayacak, o
güne kadar bilinenlerin dışında bir canlı varlık olarak
tanımlanmaktadırlar.
Bu konuda üzerinde durulması
gereken görüşlerden birisi de daha önce “Kıyamet Saatinde Deb-betü’l Arz, Mehdi
ve Hz. İsa” isimli makalede yer verdiğim Adıyamanlı müteveffa âlim, Kazım
Yardımcı’nın yorumudur. “Tanrının Dab-betü’l Arz buyruğu, yerin özelliği
anlamınadır. Yerin özelliği atomdur. Dinimizin işaret ettiği Dâbbetü’l Ard (z)
atomun bölünüşüyle zuhur etmiştir. Atom bölünmüş, yerin özelliği ortaya
çıkmıştır. Dâbbetü’l Arz olan atomun bölünüşü, en küçük parçanın yok
olmayıp tersine sonsuzlaşması, ağırlık ve boyutlarından çıkıp ışığa dönüşmesi
ve her şeyin aslının bir tek nur olduğunun anlaşılması, bunun apaçık
işaretidir. Artık anlaşılmıştır ki: İki şey yoktur; her şeyin aslı bir tek
nurdur ve bu nur kenarsız ve sonsuzdur. Atomun bölünüşü, “Âlemin yokluktan var
olduğu”(düşüncesindeki ) “Akılcı İslam Feylesoflarının” görüşünü yok
etmiştir. Onlar (atom için), “Cüz’i la yeteceza“ yani parçalanması mümkün
olmayan, parçalanınca da yok olacak olan parçayı nazari olarak kabul
etmişlerdi. Atomun bölünüp yok olmadığı, aslının ışık – nur- olduğu ve
sonsuzluğa karıştığı kesinlikle anlaşılınca, bu gün artık klasik teoriler iflas
etmiştir.” (Varlık s.52,53)
Atomun parçalanmasından sonra insanlık şimdi de en küçük zerrecik
olarak nitelenen evren birimini aramaktadır; o birimin nur olduğu ve koca
evrenin o zerrede gizli olduğu anlaşıldığı gün, İlahi iradeyle varlıkta
var olunduğunu ve ölümle yok olunmayacağı
anlaşılacaktır.
KIYAMETTE GERÇEKLEŞECEK OLAYLAR
Kur’anın haber verdiğine göre:
Kıyamet saati gelip çattığında, onun gerçekleşmesi için dört büyük melekten
biri olan Hz. İsrafil tarafından iki kere Sur’a üflenecektir. Tefsir alimleri
Sur’un boru şeklinde bir alet olduğunu belirtmektedirler. Melek ilahi bir
varlık olduğundan üfleyeceği alet de mutlaka ilahi özellikler taşıyan bir alet
veya vasıta olacaktır. Nitekim Sur’un üflenmesi sonrasında çıkacak ses,
yeryüzünün her yanına ulaşacağı gibi cinler, melekler ve ruhlar aleminde de
duyulacaktır. Bu birinci üfleme kıyamet saatinin başladığının ilanıdır.
“Sura üflenildiğinde; Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerde ve yerde ne
varsa çarpılıp yere yıkılır.”(Zümer 39/68) İsrafil (A.S.)’in çıkardığı
melekuti sesin şiddetinden gökteki bazı varlıklar baygın, yerdeki varlıklar ölü
konumuna gelecektir. Sur’un
üflenmesiyle kıyamet başlamış olmaktadır. Kıyamet müminler için o kadar
korkulacak bir son değildir; üflenen Sur muttakiler için, Hz. Mevlana’nın
bahsettiği Şeb-i Arus’un başlangıcıdır. Birinci Sur’un üflenmesinin
arkasından Dünya, Ay ve Güneş sistemi ile yıldızlar âlemi, maddi
yaratılışın tersi olan çözülme evresine girecektir. Kâinatta hüküm süren
kozmolojik düzenin bozulması, Ay’ın yarılması ve Güneş’in batıdan doğması
gibi bir takım kozmik olaylar başlayacaktır. “(O) Gün olur göğü yazı
tomarlarını dürer gibi düreriz. İlk yaratılışta başladığımız gibi onu baştan
yaparız.” (Enbiya 31/104) Kur’an’da olacaklar sayılırken :
“Dağların yerlerinden sökülüp dünyayla çarpışacağı” (69/14, 73/14) “Dağların toz
duman olacağı” (56/6), “Yerin sarsılarak yarılıp ağırlıklarını dışarıya
çıkaracağı” (99/1-5), “Denizlerin kaynayacağı” (81/6, 82/3); “Göğün yarılıp
erimiş yağ gibi ve kıpkızıl bir gül rengini olacağı” (55/37),
“Yıldızların kararıp döküleceği” ( 81/2) …
bildirilmektedir.
Bu olaylar yaşanırken yeryüzü, sarsıntı ve depremlerle çözülerek mağmanın
dışarı çıkmasından sonra, denizlerin kaynayarak buharlaşması, patlamalarla
Dünya’nın kızıl bir ateş yığınına dönerek uzaya savrulması kaçınılmaz
olacaktır. Aynı şekilde Dünya’nın çekim kuvvetinden kurtulan Ay’ın da Dünya’yla
çarpışarak yok olması veya Dünya gibi çözülerek uzaya saçılması doğaldır.
Güneş sistemindeki düzenin bozulmasıyla beraber Güneş ve yıldızların
birbirleriyle çarpışarak gökyüzü ve uzayın erimiş kızıl alev kitlesine
dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Rabbü’l Alemin’in mağfiretinden, insanlar
ve canlılar ölmüş oldukları için, hiçbir canlı o korkunç olayı kurgu roman ve
filmlerde olduğu gibi seyrederek yaşamayacaktır!
Bu felaketler
sonrasında gerçekleşecek zincirleme reaksiyonlarla yeniden oluşacak büyük
patlama ile maddi alem yaratış öncesinde olduğu gibi, evren birimiyle kaplı
sonsuz nur denizine dönüşecektir.
SURUN İKİNCİ
ÜFLENMESİ Sur’a üflenme
sonrasında Güneş sistemi yok olup, “Yer başka bir yer; göklerde başka
gökler haline getirileceği” (14/48) için, bu oluş evresinde ne kadar zaman
geçeceğini bilmek oldukça güçtür. Aslında zaman, yerini zamansızlığa terk
edeceğinden zamandan bahsetmek de yanlıştır. Yüce Rabbin iradesiyle başlayan
süreçte yeni âlemin, eski âlemle hiçbir ilgi ve benzerliği kalmayacaktır.
“Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya
kadir değil mi? Elbette (öyledir); O yaratandır ve her şeyi bilendir. O bir
şeyi istediğinde onun buyruğu “Ol” demektir. O da hemen oluverir.” ( Yasin
36/81,82)
Bu oluşum
sonrasında yeni bir tecelli gerçekleşerek İsrafil ikinci sefer Sur’a
üfleyecektir. Bu üfleyiş yeniden dirilişin müjdesidir. “… Sura bir daha
üflenmiştir onlar ayağı kalkmış( dirilmiş) durumda çevreye bakınıyorlar.”
(Zümer 39/68) Yeniden dirilen
kavimler bölük bölük kendileriyle görevli meleğin çağırdığı yerde toplanınca,
sıra yüce divanın kurulmasına gelecektir. Herkes toplandıktan sonra Melekler
sıra sıra dizilecektir. Her şey hazır olunca Yüce Divanın Hâkimi Allah ( C.C.)
, divanı yönetmek için ilahi tecellisiyle teşrif ederek, Divanı
şereflendirecektir. Onun gelişi ve güzelliğinin nuruyla her yer binlerce kat
tekrar parlayıp aydınlanacaktır… Derken Yüce Divan açılıp kitap ortaya
getirilerek herkesin yaptığı işlerin kayıtları açılacaktır. Yargı sırasında
sadece kayıtlarla yetinilmeyip yargılanan şahsın ve ümmetlerin bağlı olduğu
peygamberler ve şahitler (Peygamberlerin varisi olan takva sahibi âlimler) de o
celsede hazır bulunacaktır. Yargı sırasında herkese sonsuz savunma hakkı
verile-cektir.(Yaptığımız işler ayrıntılı olarak ortaya konulduğunda kimin
savunmaya takati kalabilecek ki!) Yüce Allah’ın Adil, Rahman ve Rahim isimleri
tecelli ederek, yapılacak yargılama sonrasında insanlar arasında tam bir
adaletle hüküm verileceği va’dedilmiştir. Hüküm verilmeden önce “Allah’ın izin
verdikleri” şefaat haklarını kullanacaklardır. (İslam geleneğinde dayanağını
Bakara Suresi 255. ayetten alan görüşe göre, başta Peygamber Efendimiz
olmak üzere, diğer peygamber ve veli kulların Allah’ın izniyle şefaat yetkisi
olduğu, çoğunluk tarafından kabul edilmektedir.) Herkes yaptığının
karşılığını tam bulup bazı yüzler sevinçten gülerken, bazı yüzleri korku ve
hüzün kaplayacaktır. (Ayrıntılı bilgi için Bkz: Zümer 39/ 67-75)
Divan ve yargının bitiminde yüzü gülenleri
sevinçli ve mutlu bir yaşam beklerken, hüzünlüleri de kasvetli ve elemli bir
yaşam beklemektedir. Yüce Divanın sonunda Melekler Rabbimizin Arş’ını
çevreleyerek O’nu tesbih etmeye başlayıp, yeri göğü inleten tezahüratta
bulunacaklardır. “Aralarında Hak ile hüküm verilmiştir. Ve: ‘Alemlerin
Rabbine Hamdolsun’ denilmiştir.” (Zümer 39/75)
Yüce Allah o günümüzde yardımcımız olsun. O
ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır…
* Özdüzen’in çalışmalarından Aşk Yolcusu,
Tasavvuf Yolcusu ( Ötüken Yayınları/İst.) ve Esmaü’l Hüsna ( Beyaz Kule
Yayınları/Ank.) yayımlanmıştır. Ayrıca çok sayıda şiir, makale ve denemesi
gazete, dergi ve Internet sitelerinde yayımlanmaktadır. Şiirlerinden bir bölümü
çeşitli formlarda bestelenmiş olan yazarın, araştırmalarında
kitaplaşanlardan bir kaçı yayımlanmak için yayınevinde sıra
beklemektedir.
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |