UNUTULAN YILLAR
Bilal SÜRGEÇ Cumhuriyet tarihinin önemli olaylarından biri de, 1940’ların“cadı kazanı”nda tasfiye operasyonlarına hedef olan, Ankara Üniversitesi’ndeki kürsüsü elinden alınan sosyolog Niyazi Berkes’in hatıralarıdır... Ancak, Unutulan Yıllar, bir bilim adamının renkli anılarını aktarmıyor yalnızca, Türkiye tarihinden kritik bir dönemin de panoramasını çiziyor. Bu kitap, 1940’lı yılların tarihini analiz eden o döneme ait olayları birincielden anlatan bir görgü şahidin hatıra kitabıdır.
Niyazi Berkes, Kıbrıs’ta doğmuştur. Annesi geleneksel değerlere bağlı dindar bir müslümandır. Babası Bektaşidir. İstanbul erkek lisesinde okumuştur. Berkes, Unutulan yıllarda 1930’lu ve 1940’lı yılları anlatmaktadır. Kendisi,bir sosyologdur. Dil Tarih Coğrafya fakültesinde öğretim üyesidir. Anlatımına göre ihbarlarla üniversiteden atılmış, o da Kanada'ya giderek akademik hayatını McGill Üniversitesi'nde sürdürmüştür. Anlattığına göre, üniversiteye ulaşmadan Prof DrFuad Köprülü’nün O’nun komünist olduğunu jurnal eden mektubu Kanada Dışişleri Bakanlığına gider. Ancak mezkur üniversite ehliyete baktığı için bu tür ihbarları dikkate almaz.
Fuad Köprülü’den bahsetmişken bir hatırasını daha sunalım“Fuad Köprülü ve daha birkaç Türkçünün Tatarın birine yaptırıp kımız içirttikten sonra “ne berbat şeymiş bu meret” diye kusmalarıymış tarihi gerçek.(s .17)
Teknoloji uzağı yakın yaptı. Köy ve şehir farkı kalmadı. Televizyonla -özellikle uydu televizyonlarının gelişmesi ile- üst sosyete semtle en ücra köşedeki insan aynı şeyi izliyor. İnternetin girmediği yer kalmadı. Eskiden öyle miydi? Köylünün bazı şehirlerde giremediği semtler vardı. Köylüler girmesin diye Ankara’da Ulus’a açılan Çankırı caddesi saat 23’e kadar kapalı tutulurdu.
Türkiye’de muhafazakar kesim Tek Parti dönemini genelde hepkendi cephesinden dinledi. Niyazi Berkes’in hatıralarının önemi bu dönemin sıkıntılarını yaşayan sol bir yazarın kaleminden çıkmış olmasıdır. Bu dönem propaganda dönemidir. Her ilde bulunan Halkevleri yeni düzenin reklam merkezi gibi çalışmaktadır. Millet aç ve yoksuldur. Türkiye nüfusunun % 80i köylüdür. Berkes, bu döneme ait hatıralarında Halk Partisini ve Halkevlerini yerden yere vurmaktadır. Halkevi öğrencileri golf pantolonlarıyla köy ziyaretine gitmektedirler.
Bir zamanlar 10 Kasımlarda ağıt yakılırken genelde Behçet Kemal Çağların şiirleri söylenirdi. O, Kemalizmi öyle bir noktaya götürmüştü ki, Süleyman Çelebi’nin Mevlidini tahrif ederek Atatürk Mevlidi şiirini yazmıştı.
“Halk evinin çalışma birimlerinden birinin adı “köycülük şubesiydi.” Üyelerinin köylere gitmesi şöyle dursun tek köylünün oraya gelmesi akla gelecek bir şey değildi. Halkçılık bölümü toplantısında bir alay halkçılık yapılır.. Behcet Kemal’in palavraları ve şiirleri dinletilirdi. (s 88)
Yine bu dönem yağcılığın dalkavukluğun zirve yaptığı dönemlerdir. Öyle ki Mustafa Kemal, bile bu durumdan iğrenmektedir. İşte ibretlik bir olay “Atatürk, bir gün önemli zatlarla birlikte görüşürken sevdiği köpeği bacakları arsında oturan hayvanın başını okşamışken… karşısında el pençe divan oturan yüksek kişilerden biri olan aksakallı milli şair Mehmet Emin Bey “Ah Paşam! O köpeğin yerinde olmayı ne kadar isterdim.”deyince Atatürk bu sözden o kadar huysuzlanmış ki, kendini tutamayıp “sen o köpekten de aşağı birisin”diye başlayan bir hakaret yağmuru yağdırmış. “(s 147)
O zaman 1930’un başında Batı Avrupa devletlerinin hiçbirinin Ankara’da elçilik binası yoktu. Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet Devletinin yaşayacağına inanmadıkları İstanbul’daki elçilik binalarının yerine Ankara’da yeni elçilik binası masrafına girmeye gerek görmemişlerdi.”(s.100)
Berkes’ten tespitler: Hırıstiyanlığın üniversal bir din olduğu konusu, Batı uluslarının Hırıstiyan olmayan uluslar üzerinde egemenlik kurma aracı olan bir inançtı.
Matematik ve onunla ilgili bilimleri onların dışında kalan birinin az çok öğrenmesinin en iyi yolu onların tarihini öğrenmektir. (s 77) Tarih bilgisi yanında bir bilgi daha şart: :istatistik.(s.126)
Niyazi Berkes’in torpili yoktur. Torpilliye arkası kuvvetli denir. Berkes, bu konuda şunları yazıyor “Beni doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak destekleyen bir arka yoktu. Yaşamda –arka- denen gücün ne denli önemli olduğunu zamanla anlayacağım. (s 112)
Bu dönem şovenistlerin cirit attığı seslerinin çok çıktığı dönemdir. Bunlardan biri Nihal Atsız’dır. Tipik bir Türk şoveniydi. Fransızca yazılı Chauvanin, Napolyon ordusunda bir askerin adıydı. Sadrettin Celal, yöntem gereği ders yılı sonunda öğretmen adaylarına ders yılı sonunda öğretmen adayları örnek ders verir sonra öğrenciler bu ders konusu üzerinde tartışırlardı. Nihal’in (Atsız) verdiği örnek ders edebiyat dersi adı altında sözde Türk Tarihi dersi üzerine Sivas’ın doğusuna düşen illerde yaşayan halkın Türk değil Kürt olduğunu ileri sürmüş bu Türk olmayan halk ya imha edilmeli ya da başka yere sürülerek onların yerine Orta Asyalı ırkdaşlar getirilmeliymiş. Zeki Velidi Toğan da Türkiye’de her nasılsa kalmış Türk varsa , onları OrtaAsya’ya götürüp yerleştirmeyi düşünen başka bir akıllıydı.(s 173)
İsmet İnönü’yü öven tarih kitapları onun büyük bir deha ile Türkiye’yi ikinci Dünya savaşı ateşine düşmekten kurtardığını yazmaktadır. Niyazi Berkes’e göre gerçek öyle değildir.
Churchil Dünya Savaşı isimli yapıtının III. cildinin 85-86 sahifesinde vardığı sonuç: Türkiye’nin saldırı gücü olmadığı için savaşın dışında kalması müşterek davamız için daha hayırlıdır.” (s.163)
“Basit gerçek şu: Türkiye’nin harbe girmesini isteyen devlet yoktu. Ne Almanya, ne İngiltere, ne Rusya ne Amerika. Türkiye cim karnında bir nokta, ya da cepte bir keklik ya da gereksiz bir yüktü.(s.181)
Dil Tarih Coğrafya Fakültesine herhangi bir devlet elçisinin geldiği görülmemişti. YalnızAlman Büyükelçisi Papen gelirdi. Kimi öğretim elemanları etrafını alır, özellikle melahati ile ünlü bir doçent adamın ağzının içine girer gibi olurdu.”(s.184)
Bu dönemde İnönü’nün tarafsız dış politikası anlata anlata bitirilemiyor ama Almanlar Fransa’yı işgal edip Naziler Fransız belgelerine elkoyunca Dışişleri bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun Fransa’nın Türkiye’deki büyükelçisine, Fransa’nın Bakü petrol bölgesini bombalamasını teklif ettiği raporu bulmuşlar; Von Ribbentrop bu belgeyi elde edip yemeden içmeden yayınlayınca haber Ankara’da ve Moskova’da bomba gibi patlamışdı.(s 187)
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşına bir oldu bitti ile girmişti. İkinci Dünya Savaşında Türkiye’yi savaşa sokmak isteyen maceraperestler vardı. Türkiye savaşa girmemişse İnönü sayesinde değil, o yıllarda ordunun bir taarruz gücüne sahip olmadığını Nazilerin ve İngilizlerin görmesindendi. Savaşın ilk yıllarında Türkiye’yi Almanya yanında savaşa sokmak isteyen etkili güçler vardı. Türkiye’yi bu durumdan bir tesadüf kurtarmıştı. Naziler bu işe yatmamıştı. Savaşın ilk yıllarında Türkiye’de basın, bürokratlar Alman yanlısıdır. Savaş Almanya aleyhine dönmeye başlayınca Milli Şef durumu kurtarmak için güya kendisine karşı askeri darbe girişimini bir Irkçı-Turancı komplo gibi göstererek kendisini Turancılığın dışında gösterebilmiştir. (s.208) Bundan sonra Milli Şef dümeni Batıya veRusya’ya çevirmiştir.
Hitler, Ruslarla görüşürken temsilcisi Ribertop’a “İcabında İstanbul’u da verebilirsin” demiş.(s 216) Türk temsilcilerine ise Sovyetlerle savaşa tutuşmasının nedeninin Rusların Boğazları istemesi yüzünden koptuğu yalanını (s.218) söylemiştir.
Niyazi Berkes, o yıllarda diktatörlüğün halktan kopuk bir başka hususiyetini ise şöyle söylüyor: “Bizde hükümetler en önemli konularda karar verileceği sırada kendileri karar verirler. Eyleme bile geçerler. Ondan sonra vatandaşın haberi olur.”(s.235)
Millet olarak genel bir hastalığa parmak basıyor “Bizde kendi görüşüne uymayan bir ideoloji ve akımı yabancı birdevletin sırtına yükleme gibi bir huyumuz var.” (s.239)
Nazi Almanya’sına Özenilerek Varlık Vergisi ve Toprak kanunu çıkarılır.
Berkes’in cevabına geçmeden Varlık vergisini anlatmamız gerekecek.
Cumhuriyet tarihinin tartışılan yasalarından biri olan"Varlık Vergisi", Şükrü Saraçoğlu Hükümeti tarafından 9 Kasım 1942'deTBMM'ye sevk edildi. Yasa, 11 Kasım'da Genel Kurul'da kabul edildi ve 12 Kasım1942'de Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
17 Eylül 1943 tarih ve 4501 sayılı yasa ile bir kısım mükellefin vergi borçları silindi.
15 Mart 1944 tarih ve 4530 sayılı "Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun" ile o tarihe kadar tarh edilmiş, ancak tahsil edilememiş vergilerin silinmesiyle "Varlık Vergisi" uygulaması ortadan kalktı.
Gayrimüslimlerin özellikle Yahudilerin mallarına el konulur.
Varlık Vergisi kanununun resmi gerekçesi, hükümet tarafından" olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek" olarak dile getirilmiştir. Oysa basına kapalı olarak yapılan CHP grup toplantısında başbakan Saraçoğlu’nun vurguladığı gerekçeler farklıdır:
"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz."
"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.
Yasa gerçekten şiddetle uygulanır.Yasa yürürlüğe girerken Almanya İkinci Dünya Savaşında galip pozisyonundaydı. Ancak Savaş rüzgarları ters yönde esmeye başlayınca Amerika Savaşta ağırlığını gösterince, Türkiye’de siyaset değişmeye başlar.
9 - 13 Eylül 1943 tarihlerinde NewYork Times gazetesinde Cyrus Sulzberger imzasıyla Türkiye'deki Varlık Vergisi uygulamasını eleştiren bir dizi yazı çıktı. Bu yazılardan hemen sonra 17 Eylül'de toplanan TBMM, henüz tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar verdi. Aralık ayının ilk günlerinde Aşkale ve Sivrihisar sürgünleri yaklaşık on aylık esaretten sonra evlerine gönderildi. Çünkü o dönem ikinci Dünya Savaşı'nın kritik günleriydi ve Türkiye bu durumdan etkilenmek istememiştir.
Türkiye Amerika’daki Yahudi lobisinin kara listesindeydi. “İsrail Devletinin kuruluşunu onaylayan devletlerin başında gelerek bu ayıbını unutturabildi.”(s 243)
“İnönü döneminde gündeme gelen Toprak Reformu aslında bir Nazi kanunundan alınmıştı. Tasarının bütün ruhu Türkiye’nin tarım ekonomisini köylü ocağı ekonomisi yapmaktı. Bu köylü ocağı denen şeyler Hitler zamanında “Erbhoff” denen şeyin ta kendisi idi. Hitler gelecek için düşündüğü yüksek düzeyli savaş endüstrisi planına bağlanmış bir işçi sınıfı yanında toprağa bağlı bir köylü sınıfı yaratmaktı. İkisi arasında devlet gücü ile denge sağlamak nasyonal sosyalist doktrinin ilkelerinden biri olduktan başka yapılacak büyük savaşta büyük toprak elde edilince oralara yerleştirilecek hazır bir insan hazinesi yaratılmış olacaktı.”(s 245-246) Bilal SÜRGEÇ
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |