Uzun zamandır bir Çin seyahati düÅŸünmeme raÄŸmen sektörel bir fuar programı ile karşılaÅŸmamam yüzünden bunu hep ertelemiÅŸtim. Nihayet fırsat elime geçtiÄŸinde karar vermek için fazla tereddüt etmedim. Vize iÅŸlemleri için tam onaltı adet doküman gerektiÄŸini gösterir belge elime ulaÅŸtığında ise, yine gözüm korkmuÅŸtu. ‘Bu iÅŸ yatar’ diye düÅŸündüm. Ancak korktuÄŸum olmadı ve gidiÅŸ tarihinden bir hafta önce vize iÅŸleminin tamam olduÄŸunu bildirdiler. Geriye baÅŸka bir engel kalmamıştı. Çin’e gideceÄŸim kesinleÅŸince çevremde sıra dışı bir alakayla karşılaÅŸtım. Bu, olaÄŸan bir yurt dışı seyahatine duyulan ilgiden farklıydı. Çin, ülke olarak hepimizin çok fazla gündemine girmiÅŸ, herkesin ilgisini çeker hale gelmiÅŸti. Bu noktadan sonra olaya bende kayıtsız kalamazdım. Seyahat boyunca izlenimlerimi daha dikkatle hafızama kaydetmeye, bir iÅŸ seyahatinin yanına turistik içerik de katmak için çaba sarf etmeye karar verdim. Nede olsa insanlığın bilinen en eski yerleÅŸim yerlerinden birine ve ipeÄŸin beÅŸ bin yıllık yurduna gidiyordum.
Yola çıkışımız bayramın ikinci gününe denk geldi. Bayram ziyaretleri ile geçen bir günün ardından vaktin hiç farkına varmadan yaklaÅŸtığını görmüÅŸ, telaÅŸlanmıştık. Alel acele hazırlanan valizime, yiyecek bir ÅŸey bulamam diye almayı düÅŸündüÄŸün konserveleri koymamış, hemen yola çıkmak zorunda kalmıştım. Ancak daha ilk sokaÄŸa girip trafiÄŸe karışınca normal yollardan uçaÄŸa yetiÅŸemeyeceÄŸim anlaşıldı. Çünkü bu bayram gününde herkes bir yerlere ulaÅŸmak için hızlı hareket ediyor, trafik kurallarını dinlemiyordu. Bu keÅŸmekeÅŸ daha fazla zaman kaybına yol açıyordu. Yeni açılmış bir ÅŸose yoldan çevre yoluna ulaÅŸarak buradan EsenboÄŸa’ya varmak zaman olarak daha kısaydı. Ä°ÅŸlemler için sıraya girdiÄŸimde polisin önümdeki yolcuyu titizlikle aradığını fark ettim. Kendimi buna hazırlamışken memurun geçmemi iÅŸaret etmesine ÅŸaşırdım Yanlış mı anladım diye bakınırken bir daha söylenince ilerledim. Sonra beni yolcu etmeye gelen eÅŸim ve çocukların da güvenlik nedeniyle müsaade edilmeyen bölüme girdiklerini gördüm. Herhalde memur, eÅŸimi başı örtülü görmüÅŸ, Amerikan BaÅŸkanı Bush’un tam tersine, bunlardan zarar gelmez diyerek mutat kontrolünü yeterli görmüÅŸtü. Bush’un ülkesinde ise ünlü ÅŸarkıcı, eski adıyla Cat Stevens Müslüman olduÄŸundan dolayı terörist muamelesi görüp uçaktan iniÅŸine müsaade edilmeden gerisin geriye ülkesine gönderiliyordu. Uçağımız Ä°stanbul’dan kalkacak, biz Ankara’dan aktarmalı olarak katılacaktık. Nihayet havalandığımızda bir ara uçağın sanki ÅŸose yola girmiÅŸ gibi silkelendiÄŸini görerek panikledik. Uzun bir yolun henüz başındaydık ve bu durum oldukça endiÅŸelenmemize neden olmuÅŸtu. Hosteslere baktığımızda onların hiç oralı olmadıklarını, gayet sakin iÅŸlerini yapmaya devam ettiklerini görünce dayanamayıp sebebini sorduk. Havacılık tarihinde türbülanstan dolayı düÅŸen uçak hiç olmamış diye mühendis mantığını ikna etmeye yeterli bir cümle söylenince rahatlamıştık. Ä°stanbul’dan 23,20 de havalandık. 9,000km uçacaktık ve bu da 12-13 saatlik bir uçuÅŸ mesafesiydi. Yolcuların yarısı Çinliydi. Bu kadar Çinlinin burada ne yaptıklarını merak ettim. Arkadaşım, Türkiye’de bazı maden ocaklarının Çinliler tarafından iÅŸletildiÄŸini, bunlarında iÅŸçiler olabileceÄŸini söyledi. Tavırlarında turistik bir eda yoktu, haklı olabilirdi. Rahat insanlardı. Etraflarına zararları yoktu. Hemen Libya, Suud gibi ülkelerden dönen Türk iÅŸçilerinin tavırlarıyla kıyasladım bunu. Çinliler daha olumlu geldiler bana. Rahat bir uykuya dalıp uyandığımda yolcu monitöründe Çin’in Kalgan kenti üzerinde uçmakta olduÄŸumuz iÅŸaret ediliyordu. AÅŸağıya baktığımda uçsuz bucaksız uzanan topraklarda ne bir yerleÅŸim yeri, ne de bir hayat belirtisi görülüyordu. BaÅŸkent Pekin’e doÄŸru 1 saatten fazla uçtuÄŸumuz halde her taraf bom- boÅŸ gibiydi. Çin denilince herkesin aklına insan kalabalığı geldiÄŸini düÅŸünürsek bu tuhaf bir ÅŸeydi. Nihayet Pekin görüldüÄŸünde ve uçak iniÅŸe geçip sokaklar daha da belirginleÅŸtiÄŸinde de insan kalabalıkları görememiÅŸtim. Pekin’de bir iÅŸimiz yoktu, ancak Çine gelen herkes burada pasaport iÅŸlemlerini yaptırmak ve ondan sonra gideceÄŸi yere gitmek durumundaymış. Bu tuhaf gerekçe bizim 2 saat fazladan yola harcamamıza neden oluyordu. Pasaport memuru, Çin devletinin karşılaÅŸtığım ilk resmi yüzünü temsil ediyordu. Memure, pasaportları dikkatle inceliyor, pasaporttaki resim ile pasaport sahibinin aynı kiÅŸiler olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Bunu yaparken ne yaptığını gizleme ihtiyacı duymuyor fakat kaba da davranmıyordu. Birkaç kez bakışlarını gözlerimize dikerken sanırım telaÅŸlanıp telaÅŸlanmadığımızı ruh halimizden de kontrol edip ip ucu yakalamaya çalışıyordu. Ä°ÅŸlemler tamamlanıp tekrar uçaÄŸa bindiÄŸimizde hava kararmak üzereydi. Hava alanı etrafında büyük bir inÅŸaat faaliyeti göze çarpıyordu. 2050 yılının dünyanın efendisi olacağı söylenen Çin’i herhalde buna hazırlık babından havaalanını geniÅŸletiyor diye düÅŸünmüÅŸtüm Ancak sonradan bunların pirinç tarlası olabileceÄŸine karar verdim. Çünkü inÅŸaatı bitmiÅŸ yerler sulu ziraat alanıydı. Ä°ki saat daha uçup Åžanghay’a vardığımızda bizi havaalanında karşıladılar. Otobüsle kalacağımız otele doÄŸru yola çıktık. Trafikte neredeyse hiç takılmadan 20 dakikada Tong-Mao (Büyük Mao) oteline ulaÅŸtık. 32 Katlı otelin ondördüncü katına kendimi attığımda fazlaca yorgun hissetmiyordum. Hemen lobiye inip Ä°nternet’e girebileceÄŸim bir mekan aramaya koyuldum. üçüncü katta böyle bir yer olduÄŸunu söylediler. Masaya kuruldum ve görevli bilgisayarı açtı. Fakat ne yaptıysam herhangi bir sayfayı getirmeyi baÅŸaramadım. Durumu görevliye ilettiÄŸimde yapacak bir ÅŸey yok anlamında iÅŸaret etti. Anlaşılan buradan iÅŸlerimi takip etmem mümkün olmayacaktı. Vakit akÅŸam yemeÄŸi vaktiydi ancak benim yemek yemeyi denemeye cesaretim yoktu. Gelirken Çin yemekleri ile ilgili çok ÅŸey duymuÅŸtum. Lokantalardaki yemek kokusunun bile genze hoÅŸ gelmediÄŸini, içeriye girdiÄŸinde insanın iÅŸtahının kaybolduÄŸu, daha önce buraya seyahat yapmış kiÅŸiler tarafından anlatılmıştı. Bu nedenle akÅŸam yemeÄŸini pas geçmeye karar verdim. Ä°ÅŸe sabahki kahvaltıdan baÅŸlayacaktım. Orada yemekler hakkında da bir kanaat edinebilir, ismen bilmediÄŸim bu yemeklerden uygun bir mönü çıkartabilirim diye düÅŸündüm. Çinliler çok erken kalkan bir millet. Güne sabah 5,30 da baÅŸlıyorlar. Biz 7,00 de uyanmıştık. Otel penceresinden dışarıya baktığımda geniÅŸ parklarda toplu spor yaptıklarını gözlemledim. Bizim gibi sadece yürüyüÅŸ ya da koÅŸu yapanlar nadirdiler. ÇoÄŸunluk, bizden çok farklı bir ÅŸekilde ellerinde tuttukları kılıçla spor yapıyordu. Sanki hem vücutlarını, hem de bedenlerini kullanmayı amaçlıyorlardı. Birkaç kombine el ve ayak hareketiyle kılıcı belli bir hedefe vuruyorlardı. Spor vücudu yorup terlemek için deÄŸil, beyinle vücudun uyumunu saÄŸlamak için yapılıyor gibi geldi bana. Kaldığım günler boyunca obez Çinliye hiç rastlamadım. Bir elin parmağını geçmeyecek sayıda ÅŸiÅŸman Çinlide ise gözü rahatsız edecek bir ÅŸekilsizlik ve hantallık fark edilmiyordu. Yarım, hatta hayvani bedenleriyle Amerikalıların yanında çeyrek porsiyon olarak nitelenebilecek vücutlarıyla bir de aşırı kilo onları çok sevimsiz bir hale getirebilirdi. Kadınların kiloları hep düzgündü. Makyajsız sade giyimliydiler. SokaÄŸa erkeklerin dikkatini çekmek için deÄŸil, sanki iÅŸlerini yapmak için çıkmış gibi halleri vardı. Hatta bir keresinde çok dikkatle takip ettiÄŸim halde dört genç erkeÄŸin yanlarından geçen alımlı sayılabilecek bir kadına göz ucuyla bile bakmadıklarını fark ettim. Sanırım Avrupa’da böyle bir ÅŸeyle karşılaÅŸan kadın, sadece bundan depresyona girebilirdi. Ä°nsanlar saÄŸlıklı duruyorlardı. YaÅŸlıları bile dinç görünüyordu. Sanırım bunda beslenme ve spor alışkanlığının önemli bir rolü vardı. Çatal-kaşık yerine çubukla yemek yemelerinin sıradan bir alışkanlık ve folklorik bir özellik olmaktan öte, saÄŸlıklı beslenmeye iÅŸaret ettiÄŸini düÅŸündüm. Ä°ki çubuÄŸun arasına bir defada ne kadar yemek alabilirsiniz? Bu da onların öÄŸünlerini yavaÅŸ ve sindirerek almalarını saÄŸlıyordu. Bu aynı zamanda kontrolü kaçırarak aşırı mideyi doldurmaya da engel oluyor.GezdiÄŸim yerlerde ekmek ve hamur iÅŸi diye bir ÅŸey göremedim. Ara sokakların birinde rastladığım bir seyyar satıcının yapmış olduÄŸu mangalda ÅŸiÅŸi bile ekmek arası olarak deÄŸil, sade yemeleri ÅŸaşırtıcıydı. Ekmek yememeleri, midelerini tıka basa doldurmadıkları anlamına geliyordu. Çin’de kazandığım bu alışkanlığı dönüÅŸte devam ettirince hemen faydasını görmeye baÅŸladım. Bir defa hantal ve güçsüz hissetmiyorsunuz . DoÄŸru beslenmenin önemine iliÅŸkin çok ÅŸeyler duymama raÄŸmen uygulama gücü bulamamıştım. Ancak, bir toplum halinde Çinlilerle birlikte yaÅŸayınca bu alışkanlığı kazanmak zor olmadı. Kuranda geçen ve bir kavmin adı olan Yecüc- Mecüc duyulunca aklımıza gelen ilk isim olan Çinlilerle bu ismi hatırlatır ÅŸekilde metroda karşılaÅŸtım. Birkaç gündür dünyanın en kalabalık ülkesinin en kalabalık ÅŸehirlerinden birinde yaÅŸamama raÄŸmen ortalıkta öyle olaÄŸan dışı bir insan topluluÄŸu görünmüyordu. Ancak gruptan ayrılıp otele dönüÅŸ için metroyu kullandığımda bunu iyi ki yapmışım diye düÅŸündüm. Metroya inen merdivenlerden aÅŸağı doÄŸru yürüdükçe nasıl insan denizinin içine girdiÄŸimi fark ediyordum. Ortalık mahÅŸer yeri gibiydi. Ancak insanlar sakin, bir birine zarar vermeden binip iniyorlardı vagonlara. Kimse telaÅŸla koÅŸuÅŸturmuyor, önündekini geçmeye çabalamıyordu. Kalabalıkla yaÅŸamaya alışkın bir halleri vardı. Kaldığım günler boyunca koÅŸan bir tek Çinli ile karşılaÅŸmamış olmamı onların sakin tabiatlarına mı yoksa kapitalizmin henüz tümüyle yerleÅŸmemiÅŸ olmasına mı baÄŸlamam gerektiÄŸine karar veremedim. Bu arada Çine çok sık seyahat yapan bir Almanın yaklaşımları dikkatimi çekti. EvlendiÄŸi ilk karısından boÅŸanınca bir Çinli fakat Avrupa’da yetiÅŸmiÅŸ bir Çinli ile evlenmiÅŸ ve sonra ondan da boÅŸanmıştı. Åžimdi tekrar bir Çinli ile evlenmeye hazırlanıyordu. Kendisi gibi bir çok Avrupalının buradan evlenmeyi tercih ettiÄŸini söyledi. Açıklamaya gerek yoktu, evinin eÅŸi olmayı ret eden Avrupalı feminist hanımların yerine, eÅŸe sadakatle baÄŸlanmayı ve hizmet etmeyi ön plana çıkaran Çinli kadınlar daha raÄŸbete deÄŸer bulunuyordu. Avrupa medeniyeti, en çok övündüÄŸü konulardan birinde; kadın hakları ve feminizm konusunda ne kadar gereksiz yere gurur duyduÄŸunun anlaşılmasına yeterliydi bu olay. Övünülen ÅŸey Avrupa’da aile kavramını insanın hayatından silip atmıştı. Bunu dönüÅŸte uçakta çaprazımda oturan bir Avrupalı çiftin hareketlerinden bir kere daha tespit ettim. Yol boyunca karısının gönlü hoÅŸ olsun diye yapmadığı ÅŸaklabanlık kalmamıştı adamın. Ne aradığını bilmeyen ve hemen hiç tatmin olması mümkün olmayan kadın ruhunun gelgitlerinde boÄŸulduÄŸunu anlamak zor deÄŸildi. Turist rehberinin verdiÄŸi bilgiye bakılırsa Åžanghay bu günkü modern durumuna on yılda kavuÅŸmuÅŸ. On yıl önce orta sınıf bir ÅŸehir havasındayken ÅŸimdi Modern Çinin dünyaya açılan vitrini olarak duruyor. Bu kadar kısa zamanda binlerce büyük binayı dikmek Çinliler için hem teknolojik hem de ekonomik güçlerinin bir zafer takı gibi. Hong-Kong’a bir alternatif gibi hazırladıklarını hissettiÄŸim Åžanghay da tıpkı orası gibi geceleri ışık denizinde yüzüyor. Özellikle Nanjing caddesinden ÅŸehre yayılan parlak ışıklar dünün komünist tekdüzeliliÄŸine inat yeni Çin’in renkliliÄŸini vurgulamak ister gibiydi. Yabancıların buraya gelip fabrika,ve iÅŸ yerleri kurması için bütün alt yapıyı hazırlamışlar, her ÅŸeyi düÅŸünmüÅŸlerdi. Bizde ise sanki iÅŸ yapanlar cezalandırılmak istenir gibi bürokrasiyle üzerine gidilirken, dünün en bürokrat devletinin ÅŸimdi yatırımcının yanında tüm gücüyle duruyor olmasını görmek ve bunu hazmetmek kolay deÄŸildi. Nasıl oluyor da onlar hatalarını görür görmez hemen vazgeçip tam tersini uygulamaya sokabilirken biz yıllarca aynı hataları sürdürebiliyoruz?.Biz küçük iÅŸletmeciyi bile iÅŸ yeri sahibine kira ödeterek ezdirirken, onlar maliyetleri düÅŸürüp rekabet gücünü artırmak için bütün binaları devlet kanalıyla yaparak uzun ve ödenebilir kredilendirme ile vatandaÅŸlarına teslim etmiÅŸler. Åžimdi hazırladıkları bu yapıyla kısa sürede büyük bir sanayileÅŸme dalgası bekliyorlar. Åžanghay deniz seviyesinden dört metre yüksekliÄŸi olan bir yer. Bu avantajıyla nereyi kazsanız yerden su fışkırıyor. Denizden 80 km uzakta ulan bu ÅŸehir kanallarla denize baÄŸlanmış. Ä°ÅŸ makinalarını dizip yeri eÅŸmeye baÅŸlamanız bir kanalla denize ulaÅŸmak için yeterli oluyor. Denize baÄŸladıkları nehir yada kanallarla ucuz taşımacılık yapıyorlar. KomÅŸu ÅŸehir Suhzou’ya giderken yol boyunca büyük bir inÅŸa faaliyetine ÅŸahit olduk. Köprüler ve oto yollar, ticaret merkezleri inÅŸaa ediyorlardı. Çin kendisi iÅŸ makinası üretmeye ve ihraç etmeye baÅŸlamış bir ülke. Fakat gördüÄŸümüz ÅŸantiye yerlerinde çalışan makinaların genellikle ithal olması, sadece 10 makinadan birinin Çin orjinli olması, henüz yerli mallara güvenin tam geliÅŸmediÄŸine iÅŸaret ediyordu. Hemen 15 yıl önce Libya’da karşılaÅŸtığım Güney Kore yapımı iÅŸ makinaları geldi aklıma. O yıllarda ÅŸimdi dev bir dünya markası olmuÅŸ Daewoo, Hyundai gibi markalar henüz üretmeye baÅŸlamış ve kimsenin beÄŸenisini kazanmayı baÅŸaramamışlardı. Sanırım Çin ÅŸimdi Kore’nin 15 yıl önceki konumunda bulunmaktadır. Kitap dükkanında görünen plana koydukları kitaplar Bill Klington ve Monica Lewinski’nin kitaplarıydı. EndiÅŸeleri bırakıp yaÅŸamaya bakmaya, dost kazanmanın sırlarına dair kitaplar da görünüyordu. SanayileÅŸmek isteyen Çin bununla birlikte batı insanın yakalandığı yalnızlaÅŸma ve anlamsızlık içine düÅŸmenin buraya da sirayet edeceÄŸini öngörmüÅŸ olmalıydı.Sonrada hayatın anlamını keÅŸif için bu kitapları okuyacaklardı demek. Önce vitrinler malla dolacak, sonra insanlar bunlara sahip olma ve tüketme hırsına kapılacaklardı. Böylece çalışmak ve daha fazla kazanmak için yatırım yapacaklar ve sanayileÅŸme tekeri yürüyecekti. Onların ahlaki bir endiÅŸeleri olmadığından bu basit kapitalist mantaliteyi yüz yılların kanaatkar çinine adapte etmekte bir sakınca görmemiÅŸlerdi. SanayileÅŸmenin bir zihniyet, bir yaklaşım sorunu olduÄŸunu fark etmiÅŸler ve kendilerince basit çözümü de bulmuÅŸlar. Ancak insani endiÅŸeleri ön planda tutan, hayatın sadece sahip olmak ve tüketmek olmadığını bilen toplumların sanayileÅŸmeyi ne ÅŸekilde gerçekleÅŸtirebileceklerini düÅŸünmeleri gerekiyor. Daha doÄŸrusu sanayileÅŸip sanayileÅŸmemeye karar vermeleri gerekiyor belki. Tüketim hırsı ve bunun sonucu olan yatırım yapma eÄŸilimi olmadan sanayileÅŸme gerçekleÅŸir mi? SanayileÅŸmenin bir sonucu olan teknolojik ürün yapmayı becermek sanayileÅŸme sayılır mı? Ä°nsanları daha fazla ÅŸeye sahip olmaları için sürekli teÅŸvik eden ve gerçek hayattan koparan reklam çılgınlığını bu haliyle benimsemeden bu çark yürür mü? Bunları hep düÅŸünüp yerli yerine oturtmak gerekiyor. Bizdeki Mahmut PaÅŸa’yı andırır çarşılarına alış-veriÅŸ için gittiÄŸimizde etrafımız hemen Sultanahmet meydanında Turistlere eÅŸya satmak isteyenler gibi çevrildi. Bunları kibarca reddetseniz bile her an biri yaklaşıyor yanınıza. Çoklukla taklit saat satıcıları mutlaka size bunu satmak istiyorlar. Pazarlık yapmaları da çok ilginç. Verdikleri fiyatın onda birini teklif ettiÄŸinizde bile bu kabul görebiliyor. O zaman böyle bir malı almakla doÄŸru yapıp yapmadığınızı anlayamıyorsunuz. Türkiye’ye gelen bazı Arap alıcıların pazarlık yaparken böylesine indirimler teklif ettiÄŸinde ÅŸaşırıyorduk. Gayet normalmiÅŸ gibi yaptıkları bu teklifleri nasıl alışkanlık edindiklerini konusunda böylece bir fikrim oluÅŸmuÅŸ oldu. Pazarda gezerken mallarını göstermek isteyen bu çığırtkanların tekliflerini hep red ediyordum. Bir keresinde yanıma yaklaÅŸan genç çocuÄŸun teklifini kabul edip etmemekte bir tereddüt yaÅŸadım. Saniyenin onda biri süresince yaÅŸadığım ve dıştan hiç belli olmadığını sandığım duraksamayı yakalayan genç bir daha peÅŸimi bırakmadı. Ä°ngilizce bilmiyordu ancak ‘görsen ne zararın olur’ anlamında ÅŸeyler söylediÄŸi belliydi. Bir çok deri mamulü çanta v. s gösterdi bize. Sonunda beÄŸendiÄŸim iki adet Rolex saati aldığımda bahÅŸiÅŸ için bakınıyordu. 1 Euro’ya denk bir bahÅŸiÅŸ verdiÄŸimde gözleri parladı. Ondan sonra bana hep yardımcı olmak için çırpındı. Daha sonra ne kadar kendisine tekrar bizi gezdirdiÄŸi ve zaman harcadığı için önemsiz miktarlar para vermeye çalıştıysam bunu kabul ettiremedim. Ä°yi bir insan olduÄŸu belliydi. Kartvizitini aldım, fakat Ä°ngilizce bilmediÄŸi, hatta Latin harfleriyle okuyamadığı için bir daha kendisini arayamadım. Bütün bu iyilikleri daha fazla para almak için yapmadığı belliydi. Aldığı paranın yaptığı ÅŸeyi çoktan karşıladığını düÅŸünüyor olmalıydı. Kanaatkarlık bu olsa gerekti. Daha önce buralara gelmiÅŸ olan arkadaşım ÅŸehirde Uygurlularla da karşılaşılabileceÄŸini, selam verince bunu anladıklarını ve cevap verdiklerini söylemiÅŸti. Yanımızdan geçen ve Çine geldikten sonra ilk defa sakallı bir Çinli ile karşılaşınca bunu denedim. Kimsede görmediÄŸim sakalı Müslüman olduÄŸu için bırakmış olacağını düÅŸündüm. Selamün aleyküm dediÄŸimde gülümsedi fakat cevaplayamadı. Bir ÅŸeyler söyledi, ne dediÄŸini anlamadım. O sırada yanımızda tercüman da yoktu. Åžanghay’da Müslümanların camii var. Bana bırakılan kartvizitte adresleri ve camii resminden anlıyorum bunu. Fırsat bulunca gitmek için tercümana sorduÄŸumda bulunduÄŸumuz yere oldukça uzakta olduÄŸunu öÄŸreniyorum. Restaurant sadece gündüz ikiye kadar açıkmış. Kartta böyle yazınca ziyareti programımıza uyduramadık. Ancak ‘Uygur Restaurant’ yazan kartviziti tercümana uzattığımda bu ismi görmekle memnuniyetsiz bir tavır sergilemediÄŸini gördüm. Sadece Uygur adının Çin’de terörle anılıyor olmasından toplumda kabul görmelerini engellediÄŸini söyledi bana. Camilerinde namaz kılabildiklerini arkadaşımdan öÄŸrenmiÅŸtim zaten. Åžanghay’da büyük alış veriÅŸ merkezleri var fakat bu maÄŸazalardan ellerinde çok sayıda paketlerle çıkan Çinli sayısı az. Yinede maÄŸazalar aÄŸzına kadar göz alıcı mallarla dolu. ‘Çin geliyor, her ÅŸeyin en ucuzunu onlar üretecek’ diye korktuÄŸumuz ülkenin maÄŸazalarında Çin malı yok. Yani bir Çin markası yok. Hemen her ÅŸey yabancı marka adı altında. Bunların çoÄŸu Çin’de üretiliyor. Ancak kendi özgün markalarının olmaması aynı zamanda kendi sanayilerinin olmaması anlamını taşıyor. Çin tam olarak bir fason üretim merkezi görünümünde. Halbuki oraya giderken sanki Çin dünya sistemine meydan okuyan bir dev gibi algılamış, hafızama o ÅŸekilde kaydetmiÅŸtim. Bunu fason mallar üreten bir ülkenin yapabilmesi çok zor. Bunun ilk koÅŸulu, gerçek sanayi malı üretiyor olmaktır. MaÄŸazalarda elektronik eÅŸya yok gibiydi. Bana sipariÅŸ edilen cep telefonu, lap-top gibi ÅŸeyleri bulsam bile fiyatlar Türkiye ile aynı düzeydeydi.Yerel bir marka yoktu ve hemen her yerde bulunan Sony, Samsung, Hitachi gibi markaları hemen aynı fiyata buradan almak anlamsızdı. Çin her türlü malı sadece isim olarak deÄŸil fakat nitelik olarak ta taklit etmek zorunda. Bütün sanayileÅŸmesini batıya karşı deÄŸil, batı sistemiyle entegrasyon adına yapıldığını düÅŸündüm. Bize rakip olacağı söylenen Çin ustalıklı bir biçimde, tıkanıp kalmış Batı kapitalizmin yeni pazarı yapılmak isteniyor. Batı standartlarının çok altında tüketen bir ülke ÅŸimdi kalkınıyor denilerek tüketimi dünya standartlarına çekilecek. Bu fazladan bir milyar daha televizyon, buz dolabı, otomobil vs. satışı demek. Kendi kendini bir daire içine hapsetmiÅŸ batı kapitalizmi ÅŸimdi Çin’de yeniden aradığı kanı bulmuÅŸ gibi. Oradaki nüfus sisteme entegre olacak, satamamaktan kapanması muhtemel Avrupa ve Amerikan fabrikalarının can simidi olacak. Gerçi çoÄŸu Çine gelip orada üretim yapacak bu fabrikaların ve bundan Çinliler de yaralanacak. Ancak burada asıl kazanan tıkanmış kapitalist kalkınma biçimi olacaktır. Bilinen insanlık tarihi boyunca hiçbir zaman emperyal hedefler gözetmemiÅŸ, yanı başındaki zayıf devletlere saldırıp onları yutmamış Çin’ in modern dünyanın imkanlarıyla donatılması Avrupa ve Amerika açısından da mantıklı. Çin bir defa dünya tarihinde her zaman nötr rol oynamış. Ä°yilik ve kötülük arasındaki tarihi savaÅŸta hiç taraf olmamış. Kanaatkar insanlar baÅŸkalarının ellerindekine de göz dikmemiÅŸ. Önündeki pirinç tarlasından didinip karnını doyurmaya çalışmış. Böyle bir kavim varken, ne yapacağı belli olmayan Arap ya da Türkleri modernleÅŸtirmek, böylece onları tüketecek hale getirmek daha riskli olabilirdi. Bizdeki zavallılar ise Çin geliyor diye insanımızın yüreÄŸine korku salmakla meÅŸguller. Sanki bu ÅŸekilde onu engelleyebilirmiÅŸiz gibi. Kaldı ki saldırgan olmadıklarına tarihin ÅŸahitlik ettiÄŸi bu millet ucuz mal üretince rakip olacağını düÅŸünerek endiÅŸeleniyoruz da, bir sırtlan kümesini andırır azgın halklara beÅŸiklik eden ülkeler aynı yoldayken onları göz ardı edebiliyoruz. Modern Çin masalını herkes kendine göre okuyor, yorumluyor. Biz de ise yakınımızdaki küçücük ülkelerle didiÅŸip onlardan korkutulduÄŸumuz yetmezmiÅŸ gibi bu listeye bir de Çin’i eklemek istiyorlar. Bir kurt gibi girdiÄŸi yeri parçalayan Amerikalı ve Avrupalılara göre çok daha kolay iÅŸ birliÄŸi yapabileceÄŸimiz bu ülkeyi niçin karşımıza alalım.? Onlar Mc. Donalds ve Coca Cola’larıyla bir ulusun binlerce yıllık beslenme alışkanlıklarını deÄŸiÅŸtirmeye çalışırken biz, buranın önemini kavramaktan çok uzaktayız. Bizim masallarımızı süsleyen Kaf dağının ardındaki uyuyan dev uyanıyor. Dünyanın gidiÅŸatından memnun olmayan büyük kitlelerin bu uyanıştan bir ÅŸeyler beklediÄŸini biliyorum. Herkes devin ayaÄŸa kalkıp ‘artık yeter’ demesini bekliyor. Çaresiz kitleler aslında her bir sese, her bir kırpıntıya dikkat kesilerek dünyanın bu zalim gidiÅŸatının sona ermesini istiyor. Ancak benim gördüÄŸüm devin sadece iÅŸtahının uyandığı. Batı, uyuyan devin iÅŸtahını uyandırarak belki de insanlığın cehenneminin kapılarını aralıyor. Nida Dergisi Kasım 2004 Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler. Lütfen hesabınıza giriÅŸ yapınız veya kayıt olunuz. Powered by AkoComment 2.0! |